1962 İstanbul Nişantaşı’nda doğdum. Babam Yaşar Çerkeş Ankara’da Milli Mücadele yıllarında Kağnı Kolları komutanı olarak görev yapmış gazeteci, tarihçi yazar, Enver Behnan Şapolyo’dan dersler aldığını söylerdi. O yıllarda Enver beyin Ankara Atatürk Lisesi ya da 1932 de kurulan sonradan adı Anadolu Lisesi olan okulda öğretmenlik yaptığını Vikipedia’da okudum. Bu durumda babam bu okullardan birinde okumuş olsa gerek. Öğrenim yıllarında Almanca’yı kitap okuyacak düzeyde öğrenmişti. En sevdiği romanlar Erich Marie Remarque’ın 2. Dünya Savaşında yaşayan Alman bir doktorun (Ravic) yaşamıyla ilgili, “Triumphbogen”, Batı Cephesinde Yeni Bir Haber Yok “In Western Nicht Neues” gibi yapıtlarıydı. Küçükken bana dedemin biriktirdiği Signal adlı ciltlenmiş mecmuaları çevirirdi. Böylelikle bir süre sonra onunla derdimi anlatacak ölçüde Almanca öğrendim. Bazen başkalarının anlamasını istemediğimde ona vermek istediğim mesajı Almanca verirdim. Daha sonraları Fransa Paris’te 3 ay Alliance Française’de Fransızca kurslarına giden babam ben Fransızca öğrendikten sonra aynı şekilde bazen başkalarının anlamasını istemediğinde benimle Fransızca konuşurdu. Babası Nazım Çerkeş 1948 yılında ölene dek kendisine adliyede yardım çeşitli yardmlarda bulunduğunu söylerdi. Nazım bey öldükten sonra babasının vasiyeti üzerine iş hayatına atılmıştı. Babam Yaşar Çerkeş önceleri Sabit Kocabeyoğlu adında Ankara’lı bir hemşerisiyle ortak manifaturacılık yapmıştı. Çocukluğumda annemle tuhafiye ürünleri almak için annemle Sabit Kocabeyoğlu’nun adını taşıyan Kızılay’daki Kocabeyoğlu Pasajına giderdik. Pasajın süslemeli taş girişini hayal meyal hala anımsayabiliyorum. Burada türlü iç çamaşırları, tuhafiye ürünleri, kumaşlar satılırdı. Pasajın içinde açık tezgahlar da vardı. Burada müşterileri daha ziyade kadın olan bu tezgahlarda hanımlara hanfendi diye hitab ediyorlardı. Ben de sanırım hanımefendinin kısaltması olan bu sözcüğü ilk kez orada öğrendim. Babam Yaşar Çerkeş daha sonra İstanbul’da toptancılık, karabiber üretimi daha sonra da bulaşık teli üretimi işleriyle uğraşmıştı. Babam Yaşar Çerkeş soya sopa önem veren bir kişi olmakla birlikte ırkçı bir kişi değildi. Bir kişinin hangi ülkeden ya da hangi bölgeden ya da soydan olursa olsun bunun önemli olmadığını, bir kişiyi değerlendirirken öncelikle onun kişiliğine bakılması gerektiğini söylerdi. Bize Orta Asya’dan Horasan’a oradan da Çerkeş’e, oradan da Ankara’ya geldiğimizi anlatırdı. Babaannesi Mori nene (Refiye hanım) Arnavutluk Türklerinden Prevezeli Abidin paşa’nın kızıydı. Sonradan Abidin Paşa’nın Padişah 2 Abdülhamid döneminde İstanbul’da borsa komiserliği yaptığını öğrendim. Hatta borsayla ilgili yazdığı Hava Oyunları adlı kitabı bulup okudum. Abidin Paşa Adana, Sivas, Ankara valiliklerinde de bulunmuş bir devlet adamıydı. Ankara’da kendi adının verildiği Abidin Paşa semtinde bir konakta yaşamıştı. Ankaralılar onu sevmiş olsa gerek bu konak hala durmaktadır. Ankara valiliği sırasında Ankara kalesinin bulunduğu Ankara’nın merkezi Samanpazarı semtine su getirdiğini Şeref Erdoğdu’nun Ankaram kitabında okumuştum. Bu görevlerinin yanı sıra 3 ay kadar Hariciye Nazırlığı (Dışişleri Bakanlığı) görevinde bulunmuş çok dil bilen bir kişiymiş. Ölmeden önce son olarak Akdeniz adaları yönetimindeyken Yemen’de çıkan isyanı bastırmak için 1906 yılında Padişah tarafından Yıldız Sarayına çağrılmış. Buradaki görüşmeler sırasında Sadrazamlık görevi beklediği bir sırada geçirdiği bir kalp krizi sonrası orada ölmüş cenazesi Fatih camii avlusuna defnedilmiş. Abidin Paşa hayattayken kızı Refiye hanım o dönem Ankara matbaalar müdürü babamın dedesi Zühtü bey’le evlenmiş bu evlilikten 1891 yılında dedem Nazım Çerkeş doğmuştur. Zühtü bey’in ölümünden sonra ikinci eşi Süreyya hala Talat bey adında bir kişiyle evlenmiş bu evliliğinden Haluka ile İclal adında iki kızı olmuştur. Kızı İclal hanımı 2000 yılı sonrası Omsk Devlet Üniversitesinden arkadaşım Elena’yla, Emek’teki dairelerinde ziyarete gittiğimde anlattığına göre, çok varlıklı olduğundan eve arabalar dolusu çeyiz taşıdığını anlatmıştı. O dönemde İclal hala’nın diğer kız kardeşi, İstanbul Bakırköy’de oturan Haluka hala ölmüş olmalıydı. İclal halanın Bakırer soyadında bir beyle evliliğinden Yaşa ile Ömür adlı iki çocuğu olmuş. Yaşa bey çok dil bilen bir beyefendiydi. Onun da Vedat Kemal Bakırer adında bir oğlu olmuştur. Ömür hanım da Sanat tarihçisi profesör olmuş, hatta babam Yaşar Çerkeş’e arkeolog Mahmut Akok’un eski Ankara evleri adında bir kitabını armağan etmiştir.
Bu kitapta dedem Nazım Çerkeş’in öldüğü Ankara Hamamönü’ndeki evle ilgili de çalışma yapılmıştır. Buradaki özellikle ahşap oymacılığında Selçuklu motifleri oldukça güzel olduğundan olacak bu evin bir modeli Ankara Beypazarı yakınlarında bir yerde yapılmıştır. Yaşayan köy adındaki bu yer Beypazarına 8 km uzaklıktaki Macun köyünde bulunmaktaymış. Sema Demir ile eşi tarafından Avrupa Birliği desteğiyle kurulan bu model köyde bölgesel kültürün tanıtımı yapılmaktaymış. yasayankoy.com
Dönem Osmanlı dönemidir. O yıllarda 4 kadına kadar evlenmek meşrudur. Zühtü bey Refiye hanımdan sonra İstanbul’lu Süreyya hanım adlı bir hanımla ikinci bir evlilik yapmış, kızının üzerine ikinci bir hanım alan Abidin paşa Zühtü bey’e kızıp onu Kudüs’e kaymakam olarak sürgüne göndermiştir. Burada daha sonra Kudüs valiliğine terfi eden Zühtü paşa Alman imparatoru 2. ci Wilhelm’i Yafa’da karşılamış, imparator için limandan hükümet konağına kadar kırmızı halı serdirmiş. Burada İmparator ve İmparatoriçe tarafından taltif edilmiş, kendisine nişan verilmiştir. Büyük dedem Zühtü paşa Kudüs’te sürgündeyken burada çıkan bir Tifo salgınında 37 yaşında ölmüş, önceki hanımı Refiye hanım (Mori nene) bir daha evlenmeden yalnız olarak dedem Nazım bey’i büyütmüş okutmuştur. Babamdan öğrendiğime göre Zühtü bey 1.90 boylarında yapılı, mavi gözlü çok akıllı bir kişiymiş. Öyle ki dedem Nazım bey eğer yaşasaydı Sadrazam olurdu dermiş. Gerek büyükdedem Zühtü bey gerekse dedem Nazım bey uzun boylu mavi gözlü kişilermiş. Dedem sarışın olduğundan Ankara’da lakabı Sarı Nazım imiş. Babamsa babaannem Fatma Çerkeş’e çekmiş olacak kahverengi gözlüydü. Benim de ağabeyimin de mavi gözlü olması onlardan ya da doğrudan anne tarafından gelmiş olması gerek.
Babam 36 yaşında annemi Sarıyer’de kızkardeşleriyle yürürken görüyor. Annemi çok beğeniyor henüz 18 yaşında. Babam da artık metreslerden bıkmış düzenli bir yaşam istiyor. Annemin o yıllarda hayalleri büyükmüş. Okuyup doktor olmak istiyormuş. O yüzden o güne kadar gelen taliplilerini geri çevirmiş ama babamı nedense geri çevirmemiş. Sonuçta İstanbul Park otelde nişan ya da evlilik yapmışlar. Babamın o yıllarda çok çalışıyor, geliri de iyi olduğu için oldukça iyi bir yaşam sürüyormuş. İstanbul’un iyi semtlerinden ünlülerin oturduğu Nişantaşı’nda oturuyormuş. Ağabeyim doğduktan 3 yıl sonra ben doğdum. Ben doğduktan sonra ailesine kol kanat geren babam mutlak ölümden kurtardığı, kardeşine bütün gücüyle destek olduğu için maddi kayıplara uğramış sonunda Ankara’ya gitmek zorunda kalmış. Amcamsa aldığı devlet desteğiyle Fransa’dan getirdiği makinelerle bir fabrika kurmuş. Burada tül perde üretmeye başlamış. Küçükken amcamın getirdiği mekikli pijon tül perde makinelerini görmüştüm.
Böylelikle ben bir yaşındayken Ankara’ya gelmişiz. İlk anılarım benden 3 yaş büyük ağabeyim, annem ve babamla Ankara Dikmen’deki içinde binlerce ağacın olduğu bağ evindendir. İlk anılarımda Ankara Dikmen’deki bağ evimizin duvarında asılı 3 fotoğraf var. Bunlardan biri dedem Nazım Çerkeş’in, diğeri büyük dedem Zühtü bey’in ortadakinin de Amcam Metin Çerkeş’i belki mutlak bir ölümden kurtaran Fransız bevliyeci Profesör Doktor George Marion’un resmiydi. Babaannem Çerkeş’li bir tüccar Hüseyin bey’in kızıydı. Çok güçlü bir kadındı. Simsiyah düz saçları güçlü bakışları bembeyaz teniyle Kızılderili kadınları andırıyordu. Huyu da biraz öyleydi. Sevdiklerini sonuna kadar sever sevmediklerine aman vermezdi. Beni çok severdi ben de onu. Bir gözü beyazlamış kör olmuştu. Bunun nedeninin kocası dedem Nazım Çerkeş’in Çanakkale’de savaştayken gelen İspanyol nezlesi salgınından bir hafta içinde kaybettiği 3 çocuğuna ağlamaktan olduğunu söylenmişti. Sonra’dan 3 çocuk daha doğurmuştu. Babam Yaşar Çerkeş en büyük çocuğuydu. Babama Yaşar adını diğerleri gibi ölmesin diye takmışlardı. Babamın babası Kudüs’te Tifo salgınında ölen Zühtü paşa’nın oğlu Nazım Çerkeş’ti. Atatürk döneminde Adalet bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un savcısı olan Nazım bey, ben ve ağabeyim doğmadan çok önce 57 yaşında beyin kanamasından ölmüştü. Babam bize her fırsatta dedem Nazım bey’in dürüstlüğünü, o dönemde Atatürk’e yaptığı hizmetleri anlatırdı.

Annem Cağaloğlu kız sanat enstitüsü mezunu, ev hanımıydı. Annemin anne babası savaş yıllarında Rize’den İstanbul’a gelmişti. Annesi Havva Finci, Rize’nin tanınmış bir soyadı olan Saruhan’lara dayanmaktadır. Annemin babası dedem Ali Finci de her ne kadar Rize’de doğup büyüdüyse de babası, daha o annesinin karnındayken ölmüş Abhazia’lı bir adammış. Büyük olasılıkla o yıllarda Kafkasya’daki savaşlar nedeniyle o yıllarda Türkiye’ye göçmüş. Dedemin Finci soyadı Abhazia’da Gvinci soyadı’yla bir akrabalık olduğunu düşündürüyor. Bu aile’den bazı kişilerle Abhazia’ya 11 Mayıs 2007 ‘de yaptığım bir seyahatte tanıdım. Kendileri Abhazia’nın başkenti Sukhumi’deki Ritsa otelinin sahipleriydi.
Çocukluğum yazın daha çok dedemlerin İstanbul Şaşkınbakkal’daki evinde, kışları da babamın Ankara Dikmen’deki bağında geçiyordu.

İlkokul’da Ali Başkener’le arkadaşlığım. Annesinin bizi görüştürmek istememesi sonrası apartmanlarının girişinde uzun uzun onu bekleyişlerim. Sonrasında Ali Başkaner’le Menekşe pasajı taraflarında oyuncakçılara giderek ona istediği tabanca gibi oyuncakları almam. Sonradan annesinin çocukların eşcinsel olmasından çekindiğinden görüştürmek istemediğini duyuşum. Sonradan 2021 yılında Almanya’ya taşınmış olan Ali Başkaner’le internet üzerinde yeniden görüşmemiz.

Ankara’da Ayşeabla ilkokulunu bitirdikten sonra Fransızca öğretim yapan Tevfik Fikret Lisesine girdim. Hazırlık, Ortaokul’u burada bitirdikten sonra Lise 2 ye kadar Ankara Tevfik Fikret Lisesinde okudum.

Annemle babamın tartışmaları beni üzdüğü için Amerika’ya kaçmak istedim. Param olmadığı için biletsiz uçağa binme yollarını araştırdım. Bir kez Esenboğa’da pistte gezerken askerlerin beni yakalaması sonra onlarla birlikte yemek yemem. Bir kaç kez tam uçağa binerken polislere yakalanmam. Sonra bu işin parasız olmayacağını anlayınca annemin mücevherlerini satarak gitmeyi düşünmem. Mücevherleri Ankara Kızılay tarafında kuyumculara götürmem. Fiyat sorarken kuyumcunun birinin Şakir abi fiyattan anlar diyerek polisi çağırması. Babamı aramak zorunda kalışım. Babamın gelip beni oradan alması. Sonra para biriktirmeye karar vermem babasının Pan American’da müdür olduğunu söyleyen Kayseri’li İbrahim Sungurlu bana 100 dolar ver Amerika’ya bilet bulayım demesiyle para biriktirmeye çalışmam. Bu çocuğun Kerim Uras’la birgün 22 kalibrelik flaubert tüfekle apartmanın arka bahçesinde paraları delmek için atış yaparken motosikletini almak Kerim bir çocuğu vurdu diyerek beni korkutup tur attığım Peugeot marka motosikletini alması. Okul’daki kavgalarım. Gültekin Onay’a acıdığım için Rüştü diye bir çocuğun kafasına tekme atarken öleceğini düşünerek son anda ayağımı yavaşlatmam.

Ankara’daki Fransız hocalarla, Fransız kolonisiyle Dennis vb kişilerle arkadaşlıklarım. Öğrenci olarak gelmiş Sylvie Chavrois’yla arkadaşlığım. İstanbul maceram. Halamın oğlunun babasının ölümü üzerine ona verdiğim randevuya gidemeyişim.

Sanırım 1975 yılıydı, Yıldız teyzemlere Zonguldak’a sık sık gidişlerimizden birinde Devrek’te bir kıza çarparak ölümüne yol açtık. Bulutlu gri bir Karadeniz günü. Babamın 06 HT 593 plakalı Mercedes marka arabasıyla gidiyorduk babam kullanıyordu. Annem yanında oturuyordu. Hesap makineleri daha yeni çıkmış abimde de bir tane vardı. Arabada uzun süre onunla oynadığımı anımsıyorum. Sanırım Kurban bayramıydı. Gidiş geliş olan yolda giderken yolun iki kenarında yürüyen bir grup gördüm. Bu gruptan bir anda küçük bir kız fırlayıp diğer tarafa geçti. Grubun olduğu yere daha da yaklaşmıştık ki aynı kız bu kez de sanırım düşen ayakkabısı varmış onu almak için yeniden arabanın önüne atıldı. Durmak olanaksızdı. Kazadan sonra annem fırladığı gibi çocuğu kucakladı. Ama kafatası parçalanmıştı. Beklenmedik bir durumdu çocuğun son anda bir daha yola fırlaması. O noktada direksiyon kıracak süre kaldığını pek sanmıyorum. Kazadan sonra polis arabayı sürerek fren kontrolünü yaptı. Anımsadığım fren izleri de gözüküyordu. Polisle olan işlerimiz bittikten sonra aynı gün Zonguldak’a geçtik. Hepimiz üzüntü içindeydik. Sonradan çıkan polis raporundan anımsadığım babam gerekli direksiyon tertibatını almadığı için 8 de 2 kusurlu bulunmuştu. Zonguldak’tan dönüşte orada durup kızın ailesini ziyarete gittik. Babam kızın ailesine para vermek istediğinde önce kabul etmediler. O da bu parayla mezarına çiçekler alın diye rica ederek parayı verdi. Sanırım dönüşte kazanın olduğu yerde durduğumuzda bir kuş ölüsü gördüm. Sanırım o da ezilmişti. O an aynı yerde ikinci bir kurbanı görmek neden burada diye düşündürdü. Bunun acısını babamla birlikte ben de çok çektim. O ara tam 50 kiloydum. Ben olmasaydım araba daha hafif olacağı için kız ölmezdi diye kendimi bile suçlu gördüğümü anımsıyorum.

Hazırlığı bitirdikten sonra Fransa’ya gönderdi annemle babam. Okul’dan 21 öğrenciyle birlikte Atina’da kısa bir mola sonrası Air France’la Charles De Gaulle havalimanına geldik. Bir kaç gün Paris’i gezdirdiler. Eyfel kulesi, Chanzelize bulvarı, Notre Dame kilisesi aklımda kalan yerlerden. Sonra Dijon’a yaklaşık 70 km. uzaklıkta Morey adlı bir köyde bir manastırda kaldık. 3 gün kadar Belçika sınırına çok yakın bir şehirde bir ailenin yanında kaldım. Ateş Atalay’da benimle kalmıştı. O Lise’deydi. Mehmet Başaran, Asım, Yusuf gibi arkadaşlar bizden daha yukarı sınıflarda okuyorlardı. Morey’den Dijon’a kadar yürüdüğümüzü yolda bir tür böğürtlen yediğim için belki ya da soğuktan rahatsızlandığımı bana yediklerimi bir kuş tüyüyle kusturmaya çalıştıklarını, monitör’lerden birinin arabasıyla kısa bir yolculuk yaptığımı da anımsıyorum. Sonra Dijon’a ulaşmıştık. Philip diye bir arkadaşım vardı. Orada gezerken kaybolmuş bayağı endişelenmiştim. Domuz eti yedirmek istediklerini vs. anımsıyorum. O dönem müslüman olduğum için yememiştim. Dinle ilgili düşüncelerimi Ortaokul’da Tansel Korkmaz adındaki kız arkadaşım uzun tartışmalardan sonra geliştirdi. Öyle ki en azından insan beyninin zaman içinde oluşma olasılığının düşüklüğüyle bir kaç yıl daha inancım devam ettiyse de sonradan maymumların ellerine verilen daktilolara bir gün bir maymunun doğru bir cümle yazmayı başardığıyla ilgili bir hikayeyi duyduğumda insan beyninin de zaman içerisinde oluşmuş olabileceğini olasılıklar arasında değerlendirmeye başladığımdan agnostik bir inancım oldu. Bu da 20 li yaşlara dek devam etti ama İstanbul’da rehberlik yapmaya başladıktan sonra bir feribotta İtalyan turistlerle konuşurken ateist olduğum netleşti.

O yıllarda İstanbul’u çok seviyor Ankara’daki düzenli yaşamımı pek sevmiyordum. O yüzden Lise 2 de Tevfik Fikret’ten ayrılıp İstanbul’da amcam Metin Çerkeş’in yanına gittim. Özellikle Halamın oğlu Muammer Demren’i çok sevdiğim için ilk başlarda amcamın Kartal Maltepe’deki evinden çok onun evinde kalıyordum. Ama bir süre sonra amcam beni kendi evinde kalmamın daha doğru olacağını söyleyediği için onun yanına gitmeye başladım. İlk olarak babamın iş yaşamından makinelerinin ustalığını yaptığı için önceleri Osman Usta olarak sonraları yakın davranışları hatırşinas davranışlarından Osman Amca olarak hitab ettiğimiz Çorap atölyesi işleten Rize’nin Gündoğdu köyünden geldiği için Gündoğdu çorapları adında bir çorap çıkaran Osman Uzun’un babama önerisiyle Fatih’te Fatih Özel kolejine gittim. 12 Eylül 1980 darbe öncesiydi. Sağ sol çatışmalarından hergün onlarca öğrenci ölüyordu. Bu okulun yobaz dincilerin okulu olduğunu bilmiyordum. Gelir gelmez öğrenciler benim siyasi görüşümü anlamak için çaba gösterdiler. Bir süre sonra da orada bana ukalalık taslayan bir öğrenciyi dövdüm. Sonrasında grubun başkanı olduğu belli olan Ömer Faruk adında Karadenizli olduğunu sandığım 2 metre boyunda bir çocukla kavga ettim. Onu altıma alıp başını tuttuğumda sağ elimin parmağını ıssırdı. Bırakmadığı için başını sersemleyene dek betona vurarak elimi dişlerinin arasından kurtardım. Bu durum gören 3 belki 4 arkadaşı daha üstüme saldırdı. Gelenlerle uzunca bir süre kavga ettim. Sonrasında Konya’lı diğer bir grup öğrenci bizi ayırdı. Kavga ayrıldıktan sonra kavga ettiğim grup sen kavgayı çok seviyorsun herhalde akşama yine gel yatakhaneyi boşaltalım kavga edelim seninle dediler. Ben de olur geleceğim diyerek kanayan parmağıma pansuman yaptırmak için oradan ayrıldım. Laleli’de özel bir kliniğe gittim. Üzerimde amcamın verdiği kahverengi beymen marka bir takım elbise vardı. Parmağımdaki acıyı hissetmiyordum bile. Kendimle gurur duymuştum çünkü bunlar beni çok küçük görmüş, okula yeni geldiğim için üzerimde baskı kurmaya kalkmışlardı. Gittiğim klinikteki adam parmağıma pansuman yaptıktan sonra bu ne biçim ıssırık bunu yapan kuduz olabilir dedi. Muayene ücreti 100 lirayı ödeyip çıktım. Bunu ciddiye aldığım için daha önce çocukluğumda bir kedi ıssırığı yüzünden babamla 20 ya da 21 gün defalarca giderek karnımdan kuduz aşısı olduğum Hıfzısıha’nın kuduzla ilgili bölümüne gidip durumu sordum. Oradan bir yetkili hayır canım olur mu öyle şey dedi. Sonradan Laleli’deki klinikte beni muayene eden adamın bana yaranıp belki daha kolay paramı almak için böyle demiş olabileceğini düşündüm. Üstelik sonradan öğrendiğime göre orada yarama dikiş atsaymış iz kalmazmış. Oradaysa basit bir pansuman yapmıştı o gün adam. 100 lira da o gün için böyle bir iş için oldukça yüksek bir tutardı. Akşam yeniden kavga için okula döndüğümde okulda babamla halamın oğlunu karşıma çıktılar. Babam yüzümdeki izlerden bir kavgaya karıştığımı anladı. Babamla konuşurken o gün dövdüğüm parmağımı ıssıran çocuğun uzaktan geçtiğini gördüm. Babama durumu anlattığımda beni orada bırakmaya niyeti olmadığını anladım. Benim orada bu adamlara derslerini vermeye gittiğimi anlamıştı. Beni dışarı çıkardı. Birlikte yürümeye başladık. Oradaki çocuklarla hesabımın bitmediğini söylediğimde ölümü çiğner geçersin ancak öyle bu okula gidebilirsin oğlum dedi. Ağırlığını koydu beni o okuldan alıp Asya yakasındaki Suadiye Lisesine yazdırdı. Suadiye Lisesi devlet okuluydu. Amcamın evinde kalmaya başlamıştım. Sabahları evden çıkarken amcamın karısı bana bir bardak portakal suyu vermeyi adet edinmişti. Bunu içmem için ısrar ediyor ben de içiyordum. Ama okula vardığımda bir uyuşukluk çöküyor uykum geliyordu. Öğleye kadar okulda yarı uyuklar dersleri dinliyor sonra da Amcamın fabrikasına gitmek için bir otobüse biniyordum. Bir gün otobüste neredeyse ayakta uyuduğumu hatırlarım. O okulda da sağ sol ayrılığı vardı. Bir gün bazı çocuklar beni camide Cuma namazında gördüklerinden bana samimi bir yaklaşım gösterdiler. O günlerde artık kavgacı birisi olmuştum. Birisi eğer otobüste filan bana dik bakarsa ben de ona bakıyor. Ne bakıyorsun demeye kalkarsa hiç çekinmeden kavgaya girebiliyordum. Şişhane’den Okmeydanı otobüsüne biniyor Okmeydanı Dörtyol’daki caminin altındaki amcamın fabrikasına kadar minibüs dolmuşlarla gidiyordum. O yollarda bir kaç kez bana dalaşan muavin ve şoförlerle kavga da etmiştim. Dolmuştaki muavinlerin 10 lira verdiğimde para üzeri 2.5 tl yı özellikle vermediklerini düşünüyordum. Bir gün yine muavinin biri para üstünü iade etmemişti. Para üstünü verecekmisin dediğimde bana çıkışınca onunla kavgaya girdim. Şoför minibüsü durdurup muavine yardıma geldi. Hatta arkadan gelen minibüste durdu onun şoförü de geldi belki ama bu gibi kavgalarda genellikle üstün gelecek bir enerjim vardı. Ufak tefek yara bere alıyordum tabii. Böyle günlerde amcam yüzümdeki izlerden yine kavga ettiğimi anlıyordu. Bir süre sonra okuldaki notlarım çok düştü. Dersleri hiç izleyemiyordum. O yıl okula ara vermemin iyi olacağı söylenince ben de okulu bıraktım ve bu benim 1 yılıma mal oldu. Sonradan benim çok sinirli olduğumu düşündüklerinden annemin de onayıyla Fahriye yengenin okulda uykumu getiren bir sakinleştiriciyi portakal suyuma kattığını öğrendim. O günlerde daha pek çok kavgaya girdim bunlardan birinde Küçükyalı Çamlık’ta 8 kişiye karşı tek başıma yaptığım kavgaydı. Öyleki kavga edenler beni deniz kıyısındaki betonun üzerine atmaya çalıştılarsa da başaramadılar. Hepsini yıldırdım. Ama bu gözü kara kavgalarım yüzünden ailem bende psikolojik bir sorunlar olduğunu düşünüyordu. Saygı duyduğum babam dışında kimseyi de saymayabiliyordum. Bunun üzerine babamın ısrarıyla önce özel bir psikiyatriste gittik. Psikiyatrist’in benimle ilgili kötü bir yorumu olduğunu sanmıyorum. Ama daha sonra amcamın eşinin önerisiyle İhvan’dan dedikleri bir akıl hastanesine de gittik. Gittiğimiz akıl hastanesinde doktor benimle hiç konuşmadığı halde yatıralım dedi babama. Böylece tahta parmaklıkların olduğu bir bölüme gittik. Orada hasta genç çocuklar vardı parmaklıklı kapı açıldı. Nasıl olsa gerekirse kavga ederek oradan çıkabileceğime güvenim tamdı. Bekleyip gelişmeleri izleyim biraz diye düşündüm. Oradaki akıl hastası bir iki genç çocuk hoşgeldin kardeş, hoşgeldin birader dediler. O sırada babam yatırmayı mı düşünüyorsunuz oğlumu doktor bey dedi. Tabii dedi doktor. Ama babam hayır yatırmam oğlumu diyerek beni oradan alıp dışarı çıkardı. Bu da benim için ilginç bir deneyim olmuştu. Sonradan babamın anlattıklarından belki de bunun çocuğu olmayan amcamın beni yanına çocuğu gibi alarak, fabrikasında ona yardım etmem için amcamın karısıyla birlikte bana karşı iyi niyetle yapmış olabileceği bir hareket olarak düşündüm. Çünkü çok yıllar önce de anne babamdan beni evlatlık olarak istemişti. Ama babam buna engel oldu. Soğuk bir kış günü amcamın 280 S Mercedes’inin kalorifer motorunu yaptırmak için tamirhaneye gitmiştik. Orada bana yanlış konuşan tamircilere diklendim. Her zamanki gibi kavga için tereddütüm hiç olmayacaktı karşı tarafın da pek tereddütü yoktu. Ama amcam araya girip buna engel oldu. Sonraki dönemlerde bir akşam karanlık bastıktan sonra Bostancı’dan beni minibüs yoluna kadar çıkaran bir dolmuşçuyla her nedense dalaştım. Adam eğilerek sanırım tabanca gibi bir şey aldı. beni vurmak istedi oradan koşarak kaçtım bir kahvenin içine girdim. Sonradan ucuz kurtulduğumu düşündüm. O ara babamın da etkisiyle Karadeniz’lilere karşı hiç iyi davranmadım. Annemin Karadeniz’li olması ondan da soğumama yol açtı. O ara annemle ağabeyime hiç iyi davranmadım. Dedem yaşlı halinde benim için Suadiye’de tuttuğu bir evin müştemilatına kadar gelmesi ama ona dönüp bakmadım bile. Yaptığım en büyük yanlışlardan biri de budur yaşamımda. 12 Eylül ordunun yönetime el koyması.
Fransa’ya Yugoslavya’ya kadar otobüsle sonra İtalya üzerinden otostopla gidişim, çalışma kampı, Alain Seguin’le tanışmam, Monte Carlo’ya gidişim, kumarda paramı kaybedişim, bir hafta açlık çekmem, Alain Seguin’le Türkiye’ye dönüşüm. O seyahat bana iyi gelmişti.
Böylelikle bir yıl kaybettikten sonra babamın ısrarlarıyla Ankara’ya geri döndüm. Önce eski adı Ankara Kız Lisesi olan Sıhhiye’deki Ankara Lisesine yazıldım. Orada da kavgalarım devam ettiğinden derslerim de iyi olmadığından babam benim dersleri daha kolay olan Ankara’nın ilçelerinden Kızılcahamam ya da Haymana’daki liselerden birine gitmem gerektiğini hangisini istediğimi sordu. Ogün babamın müteahit arkadaşı Turan Seçilmiş ağabeyinin Mithapaşa Kocatepe Camii’nin hemen altındaki muayenehanesindeydik. Ben de o yıllarda arasıra babamla ava gittiğim ama hiç İlçe merkezine gitmediğim Haymana’yı merak ettiğimden Haymana olsun baba dedim. Üstelik Fransız Kültür Derneğinde kurslardan Haymana’lı sonradan milletvekili olan bakanlık müşavirlerinden Kürt Eşref Erdem’i de severdim. O da oralı olduğu için orayla ilgili merakım çoktu.
Av deyince burada bir parantez açmak istiyorum. Ne yazıkki babam ava giderdi. O yıllarda Türkiye nüfusu yaklaşık 35 milyon’du. Doğadaki hayvanların soyunun tükenmesi gibi bazı kavramlar yoktu. Ben ya da ağabeyim anlamasa da yiyebileceğimiz kadar av yaptıktan sonra babamın yeter bu kadar deyip avı sonlandırdığını bilirim. Bu av işi üniversitenin ilk yılına kadar devam etti. O sıralar İtalyanca öğreniyordum. Hatta İtalyan Kültür Derneğinde dersler de alıyordum. Sonradan rehberlikte yeniden karşılaşacağım Ümit diye bir öğretmenim vardı. Lingua e Vita D’Italia diye bir ders kitabımızı vardı. Bu kitabın bir metininde iki kadın karşılıklı konuşuyorlardı. Bunlardan biri diğerine “Non parlarmi dei cacciatori. Chi uccide gli ucelli e distrugge tante specie di animali e un nemico della natura” diyordu. Anlamı “Bana avcılardan bahsetme kim ki kuşları öldürür bunca hayvan nesline zarar verir o bir doğa düşmanıdır” Anlamına geliyor. O aralar Ortadoğu Teknik Üniversitesinde spora gidiyor. Orada basket oynuyor sonra da ormanlık bir arazide koşuyordum. Koşarken bir an aklıma o metin takıldı. Kadının sözleri aklıma geldi. Doğru ya kim ki kuşları öldürür onca hayvan neslini yok eder o bir doğa düşmanıdır. Öyleyse ben de mi doğa düşmanı oluyorum diye kendi kendime sordum. Yanıt gayet kolaydı. Evet öyle ya… O noktada avı bıraktım. Ama vurduğum hayvanları asla geri getiremeyecektim.
Böylelikle Haymana Lisesine başlamıştım. Burada bir pansiyonda kalıyordum. Dersler çok kolaydı. Zaten sınıf hababam sınıfı gibiydi. Burası bana iyi gelmişti. Türk öğrencilerle Kürt öğrenciler bazen atışıyorlardı. Bir ara Kürt elebaşı bir çocuk bana dalaştı. Bir ara okulun dışında merdivenli bir bölümde bunu yakalayıp kavga etmek istediysem de kıvırdı. Edebiyat öğretmeni Şerefli Koçhisar’ın Kanlıkışla köyünden bir adamdı. Bir ara babam okula beni ziyarete gelmiş arkadaşım Eşref Erdem’den de arkadaşı olan Edebiyat öğretmenine bir yazı getirmişti ona telefon ettirmişti. Bunun sonrasında öğretmen bir kenara çekmiş, şimdi sen edebiyattan geçtin başka hangi derslerin var onlarda sana yardımcı olayım demişti. Bense bir yardım beklemiyordum. Çünkü zaten Fransız Lisesindeki 6 yıldan sonra bana oyuncak gibi geliyordu. Ama bir gün o elebaşını sıkıştırdıktan sonra 10 belki 15 Kürt öğrenci okulun bahçesinde üzerime saldırdı. Bunlarla sıkı bir kavgaya girmiştim ki Kanlıkışla’lı öğretmen durumu içeriden görmüş. Her nasılsa araya girenler oldu. Sonradan kavgayı onun ayırttırdığını anladım. Bu arada bazı Türk öğrencilerle arkadaş oldum. Bunlar dan birkaçı Eşref Erdem’in Haymana’nın daha Güneyindeki Burunsuz köyünden birkaç Kürt öğrenci ki biri Almanca da biliyordu. Karahoca’lı Bekir, Nedim Yıldız, Culuklu Cengiz Özyiğit’ti. Bir de Haymana’da babamın eski tanıdıklarından meşhur avcı Rüştü Akçın vardı. Söylenene göre otomatik tüfekle bir alay keklik kalktığından önünden kaç tane fişek varsa hepsiyle de bir keklik indirirmiş. Onun da Ümit adında güzelce bir kızı vardı. Onun da evini ziyaret ettiğim anımsıyorum hala. Sonradan Ümit babası öldükten sonra bazı mal paylaşımı sorunları yaşamış, bazı psikolojik sorunları olmuş. Bana mektup yazmıştı yanlış anımsamıyorsam. O yıllarda Lise’deyken et yiyordum. Bir kaç iyi lokanta vardı Haymana’da. Özellikle Haşlama eti severdim. Bir kez Cengiz Özyiğit’in kaldığı pansiyona gitmiş orada o bana çay ikram etmişti. Çaydan sonra da çay bardağını yıkarken ona çok zahmet verdiğimi söylediğimde bunun zahmeti mi olur demişti. O gün Cengiz’in iyi mert bir arkadaş olduğunu düşünerek ona ısınmıştım. Sonra bir gün hafta sonuydu sanırım köyüne davet etmişti. Ben de kabul ettim. Babam eskiden dedemin avukatlık yıllarında bir kız kaçırma işinden Culuk köyünün zenginlerinden birini kurtardığı için oraya dedemin davet edildiğini hatta kendisinin de o köye babasıyla gittiğini anlatmıştı. Ama ben o zenginlerin Tevfik Fikret Lisesinden sınıf arkadaşlarımdan biri olan Zühal Yüzbaşıoğlu’nun akrabaları olduğunu düşünüyordum. Akşam köye vardığımızda güzel büyük bir köy odasında oturdum. Cengiz’in ailesi de oradaydı. Annesi, babası, kardeşleri, dedesi belki başkaları da vardı. Oturduk. Sanırım iyi bir yemek yemişizdir de orada. Oranın zenginlerinden birinin yıllar önce kız kaçırdığını kızı kaçıranı kurtardığı için köye davet edildiğini anlattım. Belki Yüzbaşıoğullarından da demiş olabilirim. O noktada bana herhangi bir şey söylemediler. Ertesi sabah ki uyanır uyanmaz sanırım o içtiğim enfes şekerli sütle birlikte turuncu sahanda yumurtayı o gün yemiştim Cengiz’in Hacı Gazi adındaki dedesi yine oradaydı. Bana sen Nazım Çerkeş’in torunumusun dedi. Evet deyince onun da aynı senin gibi mavi gözleri vardı dedi. Meğer dedem Cengiz’in dedesi Hacı Gazi’yi kurtarmış. O an tabii ki çok etkilendim ve artık Cengiz ve ailesine ailemden biri gibi davranmaya başladım. Cengiz’le olan arkadaşlığımda aşırıya kaçtım belirtmeliyim. Sonsuz güven duymaya başlamıştım. Öyle ki bir olay olup ta hapse girsem ne yapar eder Cengiz beni kurtarır diye düşünüyordum. Haymana daki tarihi kaplıca’ya arasıra gidiyor bazen de yerleşim yerine 3 km kadar uzaklıktaki doğanın içindeki bir kaplıcaya gidiyordum. Burada kimseler olmuyordu. Bacak kalınlığında bir su güçlü bir biçimde aşağıya doğru akıyordu…. Sonradan o güzel doğa heryerde olduğu gibi ne yazıkki kalmamıştır. Gel zaman git zaman öğrenimimin sonu olabilecek yeniden sınıfta kalma riskini sıfırlamak için bir gün annemle babam Haymana Lisesine gelmişlerdi. Annem okulun Karadeniz’li müdürüne kendisi de Karadeniz’li olarak oğluna yardımcı olması için rica etmiş Müdür bey de elinden geleni yapacağını söylemiş. Ama bunu kimseye söylememem konusunda annemden söz istemişti. Annemle babam bana durumu anlatmışlar durumu kimseye anlatmamamı istemişlerdi. Ben de anlatmazdım tabii ama Cengiz başkaydı. Cengiz için zaten İngilizce dersinden sınıfta kalmaması için bir kez yardım etmiştim. Öyle ki İngilizce sınav yapılırken ben dışarıda bekliyordum. Cengiz soruları aldıktan sonra bana camdan soruları atmıştı. Ben de okulun bahçesinde sınav sorularını sınav kağıdına yanıtladıktan sonra sınavın yapıldığı sınıfa gitmiş, kapıyı çalmış elimde bir kitapla öğretmenim sıramda bir kitap ya da bir eşyamı unuttuğumu alıp alamayacağımı nazikçe sormuş, öğretmenin izniyle içeri girip Cengiz’in oturduğu sıramın içinden eşya ya da kitabımı alıp, diğer kitabı ya da defteri içinde bahçede yanıtladığım sınav sorularının olduğu sınav kağıdıyla birlikte sıranın içine bırakarak yeniden dışarı çıkmıştım. Cengiz o sınavdan iyi not alarak durumunu kurtarmıştı ama başka dersleri de hiç parlak değildi. Ben ona annemin müdürle olan özel görüşmesini anlatında bundan avantaj sağlamaya kalktı. Madem sana yardım ediyor bana da yardım edemez mi dedi. Bu sırrı ona söylediğim için pişman olmuştum. Çünkü arkasından şunu söyledi. Ben güzel kravatımı takar müdüre çıkarım. Müdür bey Tolun’a yardım etme sözü vermişsiniz bana yardım edin derim demez mi? O noktada durumu kurtarmam çok önemliydi. Cengiz’e sen öyle yaparsan kızar ikimizi de sınıfta bırakır dedim. Bu konuda Cengiz’i ikna ederek durumu kurtardım ama duruma bakarmısınız… Sonra da Cengiz’le arkadaşlığa devam ettim. Akıllanmaz kafam daha başıma ne işler açacakmış meğer. Günler günleri kovaladı. Okuldan mezun oldum. Cengiz’e de yardım ettim. Sanırım o da olmuştu. Arkadaşlığımız devam etti. Haymana Lisesinden mezun olduktan sonra da pek çok kez Haymana’ya gittim. En çok Nedim Yıldız ve Cengiz Özyiğit’le arkadaşlık yapıyordum. Nedim’in de köyüne gittim. Hatta onun köyünde yediğim Höşmerim’in lezzetini hiç unutumam. Nedim Haymana’nın daha bir zenginiydi. Annesi ya da babası Kürt asıllıydı. Sanırım 400 dönüm tarlaları vardı. Cengiz’in ise dededen kalan tarlası bölüne bölüne küçülmüştü. Öyle ki belki ancak Cengiz’in babasının 100 dönüm tarlası kalmıştı. Gel zaman git zaman Cengiz’i de Nedim’i de o yıllar oturduğumuz Portekiz Elçiliğinin yanındaki Kavaklıdere, Güvenevler, Gülden sokak 15/2 deki, eve davet ettim. En çok ta Cengiz’i. Birlikte bir kez Haymana’da gece ay ışığında ava bile gitmiştik. Neyse ki bir şey avlayamamıştık ama o günlerde insan beyninin bazen insanı yanılttığını anlamıştım. Örneğin yılana benzer bir dalı insan gece yılan sanabiliyordu. Artık Cengiz ara sıra Ankara’ya bizim eve geliyordu. O yıllarda Türkiye’de Kenan Evren komutasında askeri cunta vardı ve Türkiye’nin her yerinde çok iyi faiz veren bankerler türemişti. Babam da parasının bunlara yatırmıştı. Askeri yönetim olduğu için de parasının güvende olduğunu düşünüyordu. Bir kez biz ailecek Cengiz’lere misafirliğe gittik bir kez de onun ailesi bize ailecek misafirliğer geldiler. Babam benim saf olduğumu bu insanlara çok fazla güvendiğimi anlamıştı ama ben Cengiz’i dostluğu dedemin zamanına kadar giden kutsal bir arkadaş olarak görüyordum. Bir gün akşama doğru Haymana Lisesinin bahçesinde basket oynarken Cengiz sanırım başını potaya çarptı onu oradaki sağlık merkezine götürmüştüm. Onu muayene eden hemşire muayene için yaklaştığında çok etkilendiğini söylemiş hiç bir kadınla birlikte olmadığını söyleyince onu Ankara’da parasını vererek geneleve götürmüş seçtiği bir kadınla birlikte olmasını sağlamıştım. Hatta çıktıktan sonra nasıl geçti diye sorduğumda “iki barnağının arasına aldı kakışla didi” demişti. Ehliyetim olmadığı halde bazen babamın Mercedes’iye Çankaya sırtlarından Möhye köyüne oradan da Küçük göl dediğimiz eskiden Ortadoğu üniversitesinin kürekçilerinin yarış yaptığı Eğmir gölü yolu üzerinden Gölbaşındaki Haymana makasına oradan da Haymana yoluna girip Haymana’ya gidiyordum. Cengiz Ankara’ya geldiğinde iste onu gözetip kolluyordum. Öyle ki ona kimse yan bakamazdı. Hatta bir kez onu Atatürk Orman Çiftliğindeki Hayvanat bahçesine kapanmadan biraz önce götürmüş, Fil vs gibi hayvanları göstermiş, çıkarken görevlilerden birisi ona “oğlum” bir an önce çıkın dediği için o söze içerlemiş, daha sonra aynı görevli çıkınca adamlara dalaşmış ve onların arasına girip yumruk yumruğa bir dövüşe girmiştim. Öyle ya Ankara benim şehrimdi kimse arkadaşıma kötü söz söyleyemezdi. Kavgadan sonra 5 yıldızlı Marmara oteline elimi yüzümü yıkamaya gittik. Elbette babamım Mercedes’ini kullanıyorduk. Orada bana bana adama vurduğumda kuru bir dal gibi yere düştüşünü söylüyordu.
Haymana lisesinde Lise 2 sınıfı bitirdikten sonra Lise 3 e Ayrancı Lisesinde başladım. Orada da kavgalarım yüzünden babamın okul müdürü ya da yardımcısı Ali Yoğurtçu’ya ricasıyla ancak bir sömestr kalabildim. Orada çok kavgalar ettim. Kuzey Filistin’liyim diyen elebaşı içinde kim dalaştıysa dövdüm. Ama sonradan okul dışından sarı opel arabasıyla gelen bir kızın erkek arkadaşıyla da bir kaç kez dövüştüm. Adam iyi dövüşüyordu her dövüşte yara bere aldım. Hatta okul tatile girerken onunla son bir kez iyi bir rövanş için bizi dövüştüren kız arkadaşına erkek arkadaşın Oran şehrinde şu gün şu saatte bekliyorum gelsin demiştim. Bu kez çok iyi bir dövüş için hazırdım. Hatta onun silah getirebileceği olasılını düşünerek superpose Franchi tüfeği de arabanın bagajına koymuştum. Öyle ya silahlı gelebilirdi. Gelmedi. İyi ki de gelmedi. Bu işlerin sonu yoktu. Ama artık yavaş yavaş akıllanıyordum. Lise 3 ün ikinci yarısını Mimar Kemal Lisesinde okudum.
Cengiz’in hiç kız arkadaşı olmadığı için onu bir kez okuldan Melek diye dans seven bir kızı onun için ayarlayıp Hürnur Köprülü adında çok beğendiğim hatta belki de aşık olduğum bir kızın da geleceği Ayrancı taraflarında bir eve partiye götürdüğümü ama Cengiz’in kızla dans etmeye cesaret edemediğini hatta arkadaşım Sinop’lu Serdar Somuncu’nun bu çocuğu nerden buldun vs dediğini partiden sonra Serdar bej Anadol arabasıyla benimle Dikmen Caddesinden aşağı doğru düzelen yolda yan yana gittiğimizi hala anımsıyorum. Sanırım Erzincan’lı Hürnur da benim o çocukla arkadaşlığımı garipsemişti.
1981 Eylül ayından sonra bankerler teker teker çok kısa bir sürede battı. Babam da bütün parasını bankerlere yatırmıştı. Dikmendeki bağın 80 dönümünü sattığında hissesine düşen yaklaşık 1,200,000 lira ile o yıllarda durumu oldukça iyi babam oturduğumuz bütün apartmanı kolaylıkla alabilecekken bir daire bile almamıştı. Öyle olunca birden kirada hiç bir gelirimiz olmadığı halde kalakalmıştık. O durumda 1972 de yaklaşık 140,000 tl’ya aldığı Mercedesi’ni 1,400,000 tl liraya satmış onu da güvenli gördüğü Banker Kastelli’ye yatırımıştı. Bana da araba satıldığı için üzülmeyeyim diye bu paradan 50 bin tl vermişti. Ben de bu parayı Cengiz annesine Çamaşır makinesi vs alsın diye ona vermiştim. Kısa bir süre sonra Banker Kastelli de battı. Bu kez neredeyse hiç parasız kaldık.
Bir keresinde de dedesi Hacıgazi mide kanaması geçirdi. Sanırım önayak olarak onu Ankara’da abimin okuduğu Hacettepe hastanesine ben yatırttım. Hatta kan grubum uyduğu için kendisi için bir şişe de kan verdim. Balgat’ta akrabalarının yanına götür getir vs. yaptım. Kendimi paraladım onlar için. Ağabeyimi bile dersten çıkarıp Cengiz’in dedesine yardım etmesi için baskı yaptım. Sanırım babamın arabasını da onlara verdim sanki ama bunlar arabanın benzinini de doldurmadan bırakmışlardı. Elbet benim için bunların önemi yoktu dedesi iyi olsun önemli olan oydu. O ara babam beni bunlarla ilgili uyardı. Hatta ağabeyimi derste rahatsız ettiğim için biraz sitem etmişti.
1982-83 öğrenim yılında Fransızcam iyi olduğu için Hürnur’un da okuduğu Ankara Üniversitesi D. T. C. F. ne girdim. Ben Fransız Dili ve Edebiyatına gidiyor o da sanırım Ortaçağ Tarihi gibi bir bölüme gidiyordu. Ama onu gördüğüm halde Selahattin adında mavi Opel’i olan sarışın bir çocukla çıkıyordu. Bana da ilgisi vardı belki. Çünkü Koç Yurdu’nun oradaki Şato Yazar adında kulüp gibi bir yerde bir buluşmada Serdar bana onunla dans etmemi istemişti. Serdar da belki kızı seviyordu ama onu ben de arkadaşı olduğumdan kıramamıştı. Ben o aralar böyle durumlarda çok deneyimsiz olduğum için kıza ilgimi belli etmeye bile utandım. Çok sonraları bir gün babasının Hürnur’dan Serdar’ın kız arkadaşı diye bahsetmesinden onun kızla olan ilgilsini belki de aşırı ilgisi olduğunu düşünmüştüm. Sanırım sonraları ben Dedeman otel’de Belde tur adındaki seyahat acentasıyla çalışmaya başladıktan sonra olacak ona aşağıdaki geniş salonda tost ısmarlamıştım. O da bana sen paranı çok kolay harcıyorsun seninle olmaz demiş, ben de senin için demiştim ama anlamadı. İyi ki de anlamadı belki. Sonuçta aynı üniversiteye gittiğim halde Hürnur’u çok çok ender olarak görebildim.
Bir ara onunla sık sık yanyana gördüğüm arkadaşı Şehbal Yavuz adında Karadeniz’li sanırım Ordu’lu bir kız bana aşık olmuştu herhalde. İyi kızdı ama ben o aralar iyi kızdan anlamıyordum ki. Sonraları onunla Ankara’da bir kaç kez buluştuk hatta evinde bile kaldım. Sanırım onu da kırdım. Son olarak benimle görüşmeyek istemediği anlaşıldı.
Dikmen taş ocağının olduğu çeşmeye babamım arabasıyla gittiğimde bir akşam üzeri Alfa Romeo’su bozulan İtalyan Roma’lı Rita Franchini ile kızına yardım etmem sonrasında onlarla tanışmam.
İtalya’ya otostopla gitmek için yola çıkışım İstanbul’dan araç bulamayınca otobüsle gitmeye çalışmam otobüs firmalarının o ara Roma Fiumicino havalimanındaki terör saldırısından sonra sınır geçişlerinde problem olduğunu vize almam gerektiğini söylemleri üzerine Ankara’ya dönüp İtalyan Büyükelçiliğinden bir akşam papaz Giuseppe’den İtalya’ya öğrenim için gittiğimi yazan bir belgeyle 70 dolarlık tek gidişlik biletle 10. Ocak. 1986 da, İtalya’ya uçuşum. Yurt dışı çıkış parasını acaba İstanbul’da alırlarmı diye endişelenmem oysa Ankara’dan pasaport kontrolünden geçmişim. Uçakta Nazif Hiçyılmaz’ın ablasıyla yan yana uçmuştum. İtalya’dan dönüşümde artık Fransızca’nın yanında hem İngilizce hem de İtalyanca’yı konuşuyordum.
Bankerlerin batmasından sonra babamın arkadaşlarına borçlanması, ona yardım için önce bir kaç ay boza satmam, sonra Afşin Akın adında bir adamın Atatürk bulvarındaki Konvoy Tur acentesinde asgari ücretle çalışmaya başlamam. İlk transferlerim, turlarım. İsrail Büyükelçiliğinde bay Pepo’nun bilet parasını vermemesi sonrası oradan kızıp çıkışım, sonra Belde Turla çalışırken orada özel turlar yaparken İsviçre Genevre Havalimanı Müdürüyle karısının halı satın almaları, babamın borcunu ödemem.
Rehberlik sınavı… Kurslara gidişim… Rehberlik çalışmaları… Sıkıntılı dönemler…
Üniversitesinde arkeoloji, yabancı dil eğitimi sonunda İstanbul’a gelişim iş arayışım. Reno 9 GTC araba satın almam. 1988 yılına kadar bu arabayla arasıra Ankara’ya gidip gelmem. Üniversite’ye devam edişim. Kızılcahamam Çam otelinde babamla kalırken babamın barmen Nazım Bilgen’le tanışması sonra beni de tanıştırması. Adamın Ankara’da Anıtkabir’in karşısındaki sokakta bize 3 aylığına evini kiralaması. Ama sürekli eve gelmesi Diana’yı Ankara’ya gönderdiğimde eve gelip onunla kalması. Sonra da rahatsız edici davranışları. Evinden tam bir ay sonra kirasını ödeyerek ayrılmam ama elinde 3 aylık kontrat olduğundan beni dava etmesi. Adamı evinin önünde Kemal’le bekleyerek bir akşam yakalayıp biraz hırpalamam. Dava’yı Kemal’in de tanıklığıyla kazanmamız.
Bazaar 54 Atilla Çağlak’la görüşmemiz, sekreteri kızla randevulaşıp onu ağabeyimin zodyak botuyla Arnavutköy’den alışım. Sonra önce Plan Tur Hüseyin Kurtoğulları’yla şehir turlarına, Bursa turlarına başlamam. Ermeni kızı Lora’yla ilişkim. Kınalıada’daki evinde ya da Suadiye otelinde kalışlarım. Daha sonra Fransız, İtalyan gruplarıyla turlarım… Avrupa seyahatlerim… Kız arkadaşlarımdan Marylene Barile’in Türkiye’ye gelmesi. İzmir havalimanına uykulu uykulu abime babamın aldığım füme Fiat 131 le gidişim. Onu aldıktan sonra doğru yola çıkışımız. Bir ara arabayı kenara çekişim. İstanbul’a bir türlü otel beyenemeyip. Fenerbahçe, Suadiye Oteli en sonunda da İstanbul Hilton’a gidişimiz. Daha sonra 1988 Ocak (23 Ocak sanırım) sonlarında önce Paris’e sonra trenle Marylene’in oturduğu yer olan St. Malo yakınlarındaki şehrine gidişim. Kapıyı açıp beni karşılaması. Daha sonra Cezayir’liye benzeyen erkek kardeşinin gelmesi. Üzüntülü bir geçiş dönemi. Marylene’le bir süre orada gezişimiz. 6 Şubat 1988 ‘de Vapur’la New Haven’den İngiltere’ye girişim. 11 Şubat’a kadar orada kalıp sonra Dover üzerinden Fransa’ya dönüşüm. Bu dönüşte olsa gerek Halıcı İbrahim Tokmak’la karşılaşma. Büyük Avanos Otel’inin subasman’ını yaptırdığını söylemesi. Fransa’dan döndükten sonra üniversite bitmeden artık Fransız gruplarla çalışıp para kazanmam. 15 bin dolarım varken babam da bağı sattığı için para durumunun düzelmesiyle İstanbul Şaşkınbakkal’daki iki daire’yle, Çanakkale’deki yazlığı alması, o dönem TGT gibi acentelerle çalışmam, Fransız gruplarıyla rehberlikten iyi para kazanmam. Bir ara 15 bin dolar param olduğunda babamla Barbaros bulvarı üzerindeki Mazda distribitörünün showroom’unda Mazda RX7 bakmamız. 53,000 dolarlık arabayı babamın bana almak istemesi ama parasını harcatmak istemediğimden ona bu arabayı aldırmamam. Sonrasında Ankara’dan yaklaşık 10,000 dolara Türkiye üretimi bir Renault 9 GTC klimalı araba alışım.
Çeşitli kız arkadaşlarım Marie, Cimnastikçi Rosa, Diana, Meral, Ataköy’de tuttuğum dairede Japonca Öğrenmem. Joyce Chang (Chang Chun Huei’yle) tanışmam. 16. Kasım 1989 da Tayland Bangkok üzerinden Japonya’ya gidişim. Joyce Chang’la Japonya’da buluşmam. Osaka seyahatim. Tokyo’ya dönüşte Napoli’de tanıştığım Yukarı’yla görüşmem, 28 Kasım 1989 da Türkiye’ye dönüp hemen sonrasında Sivas’ta askerliğe başlayışım. 7 ay sonra aldığım raporla bir ay önce Van’da bitirişim. İstanul’a dönmem. Turlara yeniden başlamam. Fransız bir grupla sanırım Fest Turizm’le Doğu turum sırasında Fransız bir kızla tanışmam. Askerde gördüğüm rüya’da askerden kaçışım sonrası Doğubeyazıt’daki İshakpaşa sarayının Harem dairelerinde bir kadının kölesiydim. Kadın bana tırnaklarına oje sürmemi istiyordu. Bu rüyayı gerçeğe dönüştürmek istemiştim. Gruba serbest dolaşma süresi verdikten sonra Doğubeyazıt’daki İshakpaşa Sarayında harem dairelerinde onunla öpüşmem güzeldi. Sonrasında bir Japon grubu almıştım ki tam Güneydoğu taraflarındayken Irak’ın Kuveyt’i işgal haberi geldi. Bu haberden sonra bir İsviçreli grupta Fransızca konuşan iki kişiye rehberlik yaptım. O ara 2 kadınla aynı anda birlikte olmanın nasıl bir durum olduğunu merak ediyordum. Bu turda benimle birlikte olmak isteyen 2 ayrı kız olduğu halde 2 si de aynı anda gelmedikleri için kabul etmeyişim. Amerika’nın Irak’a saldırması sonrası çıkan Körfez krizi. Türkiye’ye turist gelmemesi. Şaşkınbakkal’da babamın aldığı iki daireden 5 ci katta olanına bana vermesi. Orada vücut geliştirme çalışmalarım. Ferah’la tanışmamız. Rehber Mahir’le arkadaşlığıım. Dionysiac Doğal Ortamı Koruma, Turizm ve Gıda Sanayii adındaki ilk firmamı kurmam. Turizm’de şoförlü arabalarla özel turlar, sürat teknesiyle boğaz gezileri broşürleri bastırmam. Yazışmayla satış broşürü çalışmalarım.
Semra’yla Bostancı tarafında bir pazar yerinde tanışmamız. Eve gidişimiz. İngilizce öğrenmek istemesi. Onunla birlikte oluşum. Birlikte olduktan sonra bakire olduğunu söylemesi. Kan gelmediği halde yine de ona inanmam. Hemen sonrası İngiltere’ye gidişi. Swiss hotel’deki Zihni turla çalışmam. Lokum üretimine başlamam. Gina’yla tanışmam onun Türkiye’ye gelmesi. Swiss hotel, Ceylan Otel, bir ara Four Seasons, Kapalı Çarşıyla, Atatürk Havalimanı dükkanları, Japon grupları, Japonya’ya küçük miktarlarda lokum ihracatım. Hem Gina hem Semra’yla bir süre birlikte olmam. Güzel karakterli Gina’ya karakterini anlayamadığım Semra’yı tercih etmem. Abimin Etiler’de tuttuğu küçük dairede çok az konuştuğumuz halde uzun saatler birlikte oluşlarımız. Semra’yla uzun süren birlikteliğim sonrası kazara hamile kalması. Kürtaj olmasını istemem. Kürtaj’dan çıkarken ağlamasına üzülmem. Aile’sinin 2 erkek kardeşinin birlikte olduğumuzu bildikleri halde bir gece yarısı apartmanımızın kapısına dayanmaları, annemin üzerine yürümeleri sonrasında bunu onun benimle evlenmek için yaptığını anladığım için onunla ayrılmamız.
Annemin de şirkette bana yardım etmesiyle işlerin yoluna girmesi. 1996 yılında almanya seyahatim, gönüllü çalışmam, annemle sonra Joanna’yla buluşmam, Amerika’ya geçişim, New Jersey, Philadelphia, Pittsburg, Iowa. Iowa’da bir ay kadar önce hostel sonra kardeşlik evi’nde kalmaya başlamam, arasıra Iowa Devlet Üniversite’sine uğrayışlar, arkadaşlar edinmem, Mazda RX7 marka spor bir araba almam, catering’ci bir adamın mutfağını temizlemem, sonra çatı onarımı işlerinde çalışmam, Rize’li Osman Gürsesoğlu’yla tanışmam. Sonra Chicago üzerinden Kanada’lı kız arkadaşımın bulunduğu Hawkesbury’ye, Danielle’e gidişim. Evlenmek üzereyken kadının ikinci kez saçmalaması üzerine gece yarısı yola önce Toronto’daki Tamer’e sonra da California’ya yola çıkışım. Geze geze yaklaşık bir haftada arabayla California’ya varışım. Orada Joyce’la buluşmam. Güneş ağarırken bulunduğu yere varışım. Beni kapının merdivenlerinde beklemesi, kahvaltıda evlilik önerisine neden olmasın yanıtım. 6 ay kadar orada kalmam. Malezya hava yollarıyla Taiwan’a gidişimiz orada evlilik töreni, sonrası Los Angeles, Hacienda Heights’a dönüşümüz. Lokum pazarlama çalışmalarım. Lokum ithalatım. Joyce’un Mormon kilisesi ziyaretlerim. Babamın da isteğiyle sonunda sıkılıp Türkiye’ye dönmem. 1997 sonunda babamın ciğerinden kanlı bir tükrük gelmesi üzerine ağabeyim babamı güvenli olması için hastaneye kaldırmakta ısrar etmemiz. O dönem ağabeyimin Çapa Tıp Fakülte’sinde doçent olmasıyla babama iyi bakılacağını düşünmem. Ayağıyla yürüye Babamın ağırlaşıp yoğun bakıma kaldırılması. Yoğun bakımdaki durumun berbatlığı, boşvermişlik, ağabeyimin orada doçent olmasının pek de bir yarar sağlamayışı. Son olarak benden bir çay istemesi ben gelene kadar oradaki ukala yurt dışında okumuş bir doktorun entübe edilmesine karar vermesi. Bir hafta entübe halde orada yatışı, hareketsiz olduğu halde kan sulandırıcı verilmesinin ihmal edilmesiyle akciğerde kan pıhtısı oluşması, 29 Kasım’da ölümü. Yıl 1997 sonu babamı Ankara’da kendi babası dedem Nazım bey’in mezarının üzerine gömmemiz. Bir süre öldüğünü bir türlü kabullenemem. Yeryüzünde en sevdiğim varlığı kaybedişim sonrası çektiğim tarifi olanaksız acı.
Türkiye’de yeniden Fransız gruplarıyla çalışmam. Joyce’un yeniden Türkiye’ye gelmesi. Benim Türkiye’de kalmaya devam edişim onun ABD’ye dönüşü. Sonra arabamı kaldığı evin bahçesinden çekmemi istemesi. Oraya gitmekte olan acenteci arkadaşımdan araba kiralama yerine benim arabamı kurtararak bir park yerine çekmesini rica etmem. Joyce’un arabayı vermemesi arabanın ön camına vurarak çatlatması. Sonra da beni araması. O an Kapadokya’da Bazar 54 te kokteyl’de bunu öğrenişim, Joyce’un gözümden bütünüyle düşmesi. Sonra’da düğünde armağan edilen paraların yattığı Bank of America’da hesap’taki birkaç bin dolar parayı çekişim. Arabayı da oradan World Experience’ın sahibesi Bobby Fraker’e İstanbul’daki Amerikan konsolosluğundan verdiğim araba yetkisiyle oğlunun polisle Joyce’un kaldığı eve giderek arabayı teslim alması. Annemle 1998 de Hollanda üzerinden Amerika’ya gidişimiz. New York Los Angeles uçuşumuz. Bobby’nin bizi karşılaması. Mariott Courtyard’a transferimiz. Ertesi gün Bobby’le arabayı almamız. Sonra bakım için Mazda Servis’ine götürmemiz. Bakım için 750 dolar ödememiz. Daha sonra annemle Amerika’yı gezişimiz. Los Angeles Universal Studios, Disneyland, San Diego hayvanat bahçesi, Meksika Tijuana sonrası San Diego’da arabayı Govinda bar’ları üreticisi Hint tapınağı üyesi Willy’e ucuz bir fiyata satıp kiralık arabayla Grand Canyon, Las Vegas, San Fransisco, Seattle, Kanada British Columbia’ya gidişimiz. Vancouver’de Bruce Mc. Dougle uğrayışımız. Babamın entübe edildiği yoğun bakım ünitesinin kapısında otururken babamı kurtarabilmek ümidiyle okuduğum turlardan tanıdığım Bruce Mcdougall’ın A Search Beyond Ourselves, What Is It All About Anyway adlı kitabını okuduğum Bruce’a ölen babamla ilgili sorular sormam. Sonra Miami üzerinden yeniden New York, Hollanda, Istanbul’a bir ay süren seyahatimiz.
Kaptan Zaman teknesiyle Romanya Köstence üzerinden Ukrayna Odessa’ya gidişim. Ukrayna Lugansk, Donetsk, Kırım seyahatim.
1999 yılı sonlarında Simfierepol’e uçuşum sonra yeniden Lugansk üzerinden trenle Rusya’ya geçişim, trenin gece yoğun kar yüzünden Volgagrad’a varışının gecikmesi. Volgagrad’a sabaha karşı 3 gibi varışım. Bisikletimin arkasındaki büyük valizle belki polislerin benden şüphelenip karakola götürmeleri üstümü aramaları. Üzerimdeki 2500 dolar kadar parayı tedbirli davranıp çorabımın içine sokmuş olmamla onu bulamamaları. Çantamdaki annemle Amerika seyahatim sırasında aldığım Fujitsu marka bilgisayarı büyük olasılıkla Motorola ya da Nokia cep telefonum da yanımdaydı. Bunları ilgiyle incelemeleri. Prezervatifleri görünce gülüşmeleri. Stalingrad’da Saritsinkaya oteline giriş. Stalingrad’ı gezmem. Bir kızla randevulaşmam. 2 ci Dünya Savaşında Almanlarla Ruslar arasında en şiddetli çatışmaların olduğu meşhur Traktör fabrikasına gidişim. Fabrika’nın hala çalışmakta olduğunu görmem. Sonrasında yine bisikletimle trene binip Ekaterinburg’a doğru yola çıkmam. Trende kondükter hanımla karşılaşmam. Ekaterinburg’ta evinde kalmam. 2 oğlunun bana Ekaterinburg’u gezdirmesi. Daha sonra yine trenle Ural Dağlarını aşarak Rusya Omsk’a varışım. Sonbaharın son sıcak günleri. (Омский государственный педагогический университет) üniversitesine kaydoluşum. Oradaki arkadaşlıklarım. Alexey Tatarinov, Dr. Schmaltz. Kız arkadaşlarım Marina, Elena, Yulia… Son olarak Yulia’ya uzun süren birlikteliğim. Yeniden buluşmak üzere Türkiye’ye dönüşüm. Sonra da işler yüzünden Rusya’ya geri dönememem. Bu arada Elena’nın birkaç kez Türkiye’ye gelmesi. Okulu bırakmak istemesi. Onun da yardımıyla Rusça’yı konuşmaya başlamam. Türkiye’de rehberlik ve lokum üretimiyle geçen uzun bir süre sonrası İstanbul’un her geçen gün artan trafiği yüzünden Kapadokya bölgesine yerleşmeyi düşünmeye başlamam. Bir ara Elena’yla Kapadokya’ya gidişimiz oradan bir köy evi almam. Sonra Gina’yla yeniden yaşamaya başlamaya karar vermem. Bu arada evlenmiş olan Semra’yla yeniden karşılaşmamız, yine onunla birlikte olmam. Gina’nın Türkiye’ye gelmesi. Onunla 2002 yılında Uçhisar’daki evi almam. Evi restore etmek için Avanos’ta kiraladığım müstakil bir evde yaşamaya başlamam. Semra’nın Geisha gibi davranışlarına kanıp Gina’dan yine ayrılmam. Semra’nın kendisini sürekli dövdüğünü söylediği eski kocasından boşanması. Daha önce Erenköy taraflarında evlerinin bir odasını kiraladığı yaşlı çiftin Tuzla’daki Odal sitesindeki yazlığını kiralaması. Selah tersanesinde 600 lira aylık alırken ona parasal desteğimi abarttığımdan bütün maaşını bir arkadaşına verecek kadar savurganlaşması. Daha sonra yine Tuzla’da Kadem sitesi adında bir yerde yerde ısıtmalı bir daire tutmam. Bu arada onda bir takım dengesizlikler görünce tam ondan ayrılmayı düşünürken hamile kalması. Artık onunla evliliği de olasılıklar arasında düşünmeye başlamam. 2 aylık hamileyken ısrarları üzerine Göztepe’deki babasının evine gitmem. Bir zamanlar memleketi Adapazarı’nda gece ormanları keserken polisin kovalamasıyla kendini nefes nefese Göztepe’deki eve atan Kardeşi Bedri’nin üzerime saldırması, Semra’nın da benimle gelmek istediğini söylemesi yüzünden hem kardeşinin hem babasının ona da vurmaya başlamaları, kardeşinin tam karnına vuracakken tekmesini bloke edişim o evden çıkışımız. Ailesinin bir kez daha psikolojik açıdan sorunlu olduğunu düşündüğümden belki yine kürtaj seçeneği en iyisidir diye düşünürken Semra’nın yalvarışları, hüngür hüngür ağlayışları sonrası daha önce de benim yüzümden kürtaj yaptırdığından “ben de canavar değilim diyerek” onu kürtaj olmaya zorlamaktan vazgeçişim. 4 Haziran 2005 te kızım Birgen’in Ankara Başkent hastanesinde doğumu. Artık yaptığım web sitesinden bulduğum müşterilerle Vw minibüsle özel turlar yapmaktayım. Bir süre sonra Semra’nın isteğiyle Nevşehir’de kaloriferli bir daire tutuşum. Çocuğun ileride okula gitmesi gerektiğinden annemin ısrarıyla Ankara Gaziosmanpaşa Cumhurbaşkanlığı Köşkü yanında Kelebek sokak’tan lüks bir daire almam. Sonrasında babamın vasiyetiyle bana bıraktığı İstanbul’daki daireyi satışım bütün parasını benim almam. Abime öbür daire’yi devretmek istemem abimin boşuna vergi ödememek adına buna gerek olmadığını söylemesi. 2006 yılında son model bir Vw Caravelle alarak özel tur işine ağırlık vermem. Bir süre sonra Gina’ya haksızlık yaptığımı düşünüp Türkiye’deyken bana doğrudan verdiği yaklaşık 35 bin dolar karşılığını 50 bin dolar olarak geri göndermem. Gönderdikten sonra parayı bana geri göndermek istemesi ama bunu kabul etmeyişim.
Artık neredeyse sürekli Kapadokya’da yaşamaya başlamam. Uçhisar’daki eski evi otel’e çevirmek için çabalarım. Emekli oluşum. Semra’nın avukat olmasına yardım edişim. Okul taksitlerini ödemem, sınıfı geçirmeyen öğretmeninin evine armağanlar götürerek mezun olmasını sağlamam. Sonra Nevşehir’de stajı için ön ayak olmam. Birgen okul çağına gelince onu tanıma yoluyla nüfusuma geçirmem. Semra’ya evin bir bölümünü kiralayarak avukatlık işi kurmam. Özel sigortasını yaptırmam. Söz verdiği halde 3 kez kredi kartıyla yaptığı savurgan harcamalarını ödemem. 2014 e kadar Semra’nın iki yüzlü davranışlarına, hastalık durumunda olan yalanlarına Birgen adına katlanışım. 2014 te çocuğu bana vermek istememesiyle, evi oturması için ona bırakarak ondan ayrılışım. Bergama’daki evi alışım. Beyaz Rusya’ya gidişim. Semra’nın çocuğu benimle görüştürmek istememesi. Çocuğu aldığım için Jandarma ‘yla çocuğu benden alması, çocuk kaçırma suçuyla sonradan Fetö’den tutuklanan bir savcıya dava açtırması. Sonradan duyduğuma göre arkamdan çevrilen bir takım kulislerle bana 5 ay hükmün açıklanmasının geri bırakılmasıyla hapis cezası çıkarması. Bana nafaka davası açması. Benim de Birgen’in velayetini alabilmek için ona Velayet davası açmam. Bu süreçte çeşitli iftiralarla bana başka davalar açması. İktidar yanlısı görünen Turkuaz medya’da 2 ay kayyumluk yapmış Konya Cumra’lı bir avukatla ilişkiye girip benimle uğraşmaya başlaması. Uğraşmaktan vazgeçmek için Uçhisar’daki otel olacak evin kendisine verilmesi gerektiğini bir duruşma çıkışında yazlıktan komşu avukat Yasemin’e söylemesi. Bu arada Marielle’yle tanıştım. 2016 yılında onunla evlendim. 2017 de Estonya’da oğlum Yaşar doğdu. Mahkeme’lerin ne olduğunu bilmediğimden ve de hafife aldığımdan avukatın da ihmaliyle üzerimde olan 9 tane taşınmaz, anneme aldığım ama benim adıma kayıtlı bir Vw Golf, bir Vw Caravelle, Banka’da 100 bin Euro kadar parayla davaya girişim. Mahkemede kısa boylu bir hakim kadın o dönem yaklaşık 500 dolar olan (1250 tl) emekli maaşım kadar bir paranın nafaka olarak benden alınmasına hükmetmesi. Karşılıklı temyiz başvuruları sonrası temyizin Semra’nın lehine çıkması sonrası bu para yaklaşık iki katına 2.400 liraya çıkarıldı. Önceleri düzenli olarak ödediğim halde ödemediğim gerekçesiyle emekli maaşıma, bankadaki parama, arabalarıma ve bütün taşınmazlarıma haciz geldi. Ödediğim paranın ödenmediği gerekçesiyle haksız çıkarılan borcu düzeltmek için çabaladım. Kesilen emekli maaşım Semra’nın avukatı sıfatıyla erkek arkadaşı Bilal Koyuncu adına yatıyordu. Temyiz sonrası yaklaşık iki katına çıkarılan nafaka bununla kalmadı davanın başlangıcından o güne kadar 2015 sonlarına doğru geriye dönemleri de kapsayacak biçimde karar verildi. Bu geriye dönük dönemler için de faiz, avukatlık ücreti vs. işletildi. Bu da yetmedi Semra’yla avukatı aslında yaklaşık 40 bin olan bu borcu 85 bin lira olarak icra kanalıyla benden tahsil etmeye çalıştılar. Bunun düzeltilmesi için açtığım dava adres değiştiren avukatına tebligat yapılamadığı için sonuçlanmıyordu. Bu arada ödenemeyen borcum nedeniyle minibüsümü yedi emin otoparkına çektiler. Sonunda adliyelerde koştururken bir öneriyle bilirkişi incelemesi isteyebileceğim söylendi. Neyse ki bilirkişi bunu düzeltti. Bu parayı ödeyerek hacizleri kaldırdım. Arabamı kurtardım. Sonra da üzerimdeki arabaların satışını Aynil’in üzerine devrettim. Daha sonra nafakayı azaltırım ümidiyle Şaşkınbakkal’daki dairedeki zaten benim olmayan hisseyi ağabeyime devrettim. Sonra da teyzeme de Çanakkale’de babamdan kalan yazlıktaki hissemi, Biga’daki tarlayla, bahçeli evi, Ürgüp Cemil köyündeki evi, Kurucaoluk’taki tarlanın satışını yaptım. Nafaka azaltma davasını Muhlis bey adında daha önceki avukatın yanında çalışmış bir avukatla açtım. Ama nafaka azaltılmadı. Semra’nın açtığı karşı davayla nafaka 2400 tl den 3100 tl ye çıkarıldı. Bunun üzerine anayasa mahkemesine başvurdum. Başvuru süreci devam ediyor.
=================================================================================================================================================================================================================================================
2016 yılından beri Estonya uyruklu Marielle Çerkeş’le evliyim. Oğlum Yaşar Çerkeş 2017 doğumludur. Semra Şahin’den daha önce evlilik dışı doğan diğer kızım Ulya Birgen Çerkeş 2005 doğumludur.
Bu yazıyı kızım özellikle annesinin etkisiyle benimle görüşemeyen kızım Birgen’in okuyarak gerçekleri anlayabilmesi amacıyla yazıyorum.
Kızım Birgen Çerkeş’in annesi Semra Şahin’le öyküm İstanbul’da başladı. Körfez savaşı yıllarıydı. Askerden yeni dönmüştüm. Semra Şahin’le 1990 yıllarında oturduğum Şaşkınbakkal yakınlarında bir pazar yerinde tanıştık. Kendisi bir çaydanlığın onarımını yapacak bir yer arıyordu. Bunu oturduğum apartmanın yanındaki demircinin yapabileceğini düşünerek kendisine onun yardımcı olabileceğini söyledim. Pazar yerinden demirciye kadar birlikte yürürken tanıştık. Semra dil öğrenmek istiyordu. Bu tanışmadan kısa bir süre sonra birlikte olduk. Bundan sonra bana ilk birlikte olduğum sendin dediği halde birlikte olduğumuzda bakire olduğuna ilişkin herhangi bir emare görmedim. Sonradan söylediğine göre o dönem aslında Kaplanteks tekstil firmasının sahibinin oğluyla Moda’da birlikte oturuyormuş ama her nasılsa birlikte oturduğu o adamla hiç birlikte olmamış. Bu arada İstanbul Arkeoloji ve Sanat Tarihi okuyan Semra, çok çalışkan başarılı bir öğrenci olduğundan yüksek notları ile Cambridge’te ünlü bir Bizans Tarihçisi Cyril Mango’nun davetini almış oraya gitmeye hazırlanıyordu. O yüzden kısa birlikteliğimizden sonra Semra İngiltere’de Cambridge’te gitmiş, yaklaşık bir yıl orada kalmıştı. Orada dil öğrenemediği için okulda başarı sağlayamamış babası da para gönderemeyince, çeşitli ailelerin yanında çocuk bakıcılığı, temizlikçilik yapmış bir süre de Kıbrıs’lı bir adamın otelinde temizlik işlerinde çalışmıştı. Yine sonradan öğrendiğime göre Moda’da birlikte yaşadığı erkek arkadaşı yine İngiltere’de onu ziyaret etmiş ve bana sonradan söylediğine göre pek çok kişi özellikle bir zengin bir İtalyan çocuk kendisiyle çok evlenmek istediği halde onunla evlenmemiş, hatta yine o ortamda tanıdığı yanlış hatırlamıyorsam Simeon adında bir de İngiliz çocuk kendisiyle çok ilgilenmiş, birlikte sürekli çeşitli pub’lara gitmişler buralarda Semra’yı herkes tanımış, hatta kendisine hep Perrier su içtiği için Perrier Semra adını takmışlar, ama Semra orada hiç bir erkekle birlikte olmadığını bana anlatmıştı. Bu arada yine Semra burada bir ara aşırı yemek yemeğe başlamış gittiği doktor su içmesini biraz daha kontrolü kaybederse bir daha hiç düzelemeyeceğini söylemiş bu doktorun yardımıyla Semra bol su içerek kendisini obeziteden kurtarmış olduğunu anlatmıştı. Semra İngiltere’den dönmeden önce Taiwan’lı bir kız arkadaşım Türkiye’ye benimle yaşamak için gelmişti. Ama Semra Türkiye’ye döndükten bir süre sonra aynı anda onunla da yeniden birlikte olmaya başlamıştık. O aralar Semra Şişli taraflarında bir spor ayakkabısı fabrikasında çalışıyordu. Bir iki kez önceden birlikte oturduğu erkek arkadaşıyla karşılaşmıştım. Demekki o çocuğun da ona ilgisi halen devam ediyordu. Önceleri doktor olan ağabeyimin Etiler’de kiraladığı küçük bir eve gidiyorduk. Evin küçük bir avlusu vardı. Oldukça sakin güzel bir yerdeydi. Her fırsatta buraya gidiyor saatlerce birlikte oluyor, bir süre ara veriyor, en sevdiğim maden sularını içiyor vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorduk, bazen Semra’ya okuduğum kitaplardan hikayeler anlatıyordum. Onunla ilgili ise pek bir bilgim yoktu. Sık sık uzun turlara çıktığım için birlikteliğimiz kesintili de olsa daha sonra da devam etti. Bazı turlara transferlere Semra’yı da götürüyordum. Bir kez Japon bir grubu aldığımda Semra’yı da havalimanına götürmüştüm. Körfez savaşı sonrası yeni açılan Swiss hotel’deki Zihni turizmin ofisinden aldığım turlara sık çıkıyordum. Bir kez otelin sahipleriyle otelin içindeki Japon restoran’ın özel bölümde yemek yemiştik. O yıllarda kazancım iyi olduğu için kendisiyle sık sık böyle 5 yıldızlı otellerde buluşuyor, oralarda yüzmeye gidiyor, iyi lokantalarda yemek yiyorduk. Bir süre sonra Taiwan’lı kız arkadaşım çok üzülerek ülkesine döndü. Daha sonra Semra ailesine İngiltere’den tanıştığı sonradan Türkiye’ye dönen Hülya adında bir arkadaşının Bağdat Caddesi üzerindeki evinde kaldığını söyleyerek neredeyse sürekli benim Şaşkanbakkal’daki evimde kalmaya başladı. Semra beni kardeşleriyle de tanıştırmıştı. O ara Semra’nın İngiltere’de biriktirdiği 10 bin pound’u sorumsuzca harcadığını farkettim. Bana çiçekler armağanlar getiriyor, saçlarını kuaförde yaptırıyor, belli ki beni mutlu etmeğe çalışıyordu. Ama ben ona parasını böyle harcamaması gerektiğini ileride bu paranın gerekli olabileceğini söylüyordum. Bu ev babamın işyeri olarak kullanmam için bana verdiği Şaşkınbakkal’daki bir apartmanın 5 ci katında bir yerdi, ki oranın mutfağını sonradan turist gruplarım için ürettiğim küçük bir lokum atölyesine dönüştürmüştüm. Babam, annem, bazen de doktor olan ağabeyim de aynı apartmanın 8 ci katında oturuyorlardı.
Bir gün o zamanlar kullandığım Renault 9 GTC arabamla işten dönerken Beşiktaş’ta yolda otostop yapan 2 kız gördüm, yaklaştığımda bu kızların arkadaşı Hülya’yla Semra olduğunu hayretle gördüm. Durdum onları aldım. Birlikte Asya yakasına geçtik. Asya yakasında giderken arkadaşı Hülya üstü açık bir BMW da 2 çocuğun arkada 2 kızla birlikte gittiğini gördüğünde şöyle söylendi. “Siz inin biz binelim”… Demekki otostoptan amaçları aslında erkek özellikle de paralı erkek bulmaktı. Ama sonradan Semra’ya nasıl olup ta yollarda otostop yapabildiğini sorduğumda ben yapmıyordum Hülya yapıyordu diye diye beni buna inandırmayı büyük ölçüde başardı. Sonra yine bir yaz günü aynı Hülya’yla babamın Çanakkale’deki yazlığına gittik. Yedik içtik eğlendik. Hülya sanırım babamla aynı odada yattı ama gece Hülya hanımefendi babamdan rahatsız olmuş ertesi gün onları oraya götürdüğüme pişman İstanbul’a geri götürmek zorunda kaldım.
Kendisi benimle evlenmek istediği halde ben o dönemler evliliği hiç düşünmüyordum. Neredeyse sürekli birlikte yaşıyorduk. Semra parasını harcadığı için adına sanırım Yapı Kredi Bankasında ortak bir hesap açtım. Ama buraya para yatırsam da asla almayacağını söylemişti. Ben yatırıyordum. Tanıştırdığı iki ağabeysi de aşağı yukarı benimle yaşıttılar, onlar da benim gibi para kazanmak istiyorlardı ki o dönem bana nasıl para kazanabileceklerini soruyorlar ben de onlara bu konulardaki deneyimlerimi anlatıyordum. Diğer kız kardeşi Nevin Önen’i o aralar kocasıyla birlikte oturduğu İzmit yakınlarında ziyaret etmiştik. Kısa da olsa iyi bir aile intibası bırakmışlardı bende.
Uzunca bir birliktelik sonrası bir gün Semra istemediğim halde gebe kalmıştı. Bense o yıllarda çocuk yapmayı aklımdan bile geçirmiyordum. O yüzden kürtaj olmasını rica ettim. Doktor olan ağabeyimin yardımıyla başarılı bir kürtaj yapıldı. Semra kürtajdan sonra ağladığı için o gün ona üzülmüştüm.
Semra’nın en büyük ablası Berrin’le de annesiyle de tanışmıştım. Berrin ablası uzun boylu kumral alımlı bir kadındı. İzmit’li Sabancı’da uzun yıllar çalışmış Karadeniz kökenli olduğunu sandığım İzmit’li bir adamla evliydi Sarper adında bir çocuğu vardı. Yalnız bir akşam ben Semra’yla onun evinde yalnızken otururken küçük erkek kardeşi eve soluk soluğa girmiş, Adapazarı’nda gece orman keserken polisin peşine düştüğünü, kendisini İstanbul’a kadar kovaladıklarını, son anda ellerinden kurtulduğunu, bir nefeste anlatıvermişti. O geceden sonra orman kestiği için kardeşinin düzgün biri olmadığını düşünmüştüm. Bunu para için yaptıklarına göre belki de fabrikatör dediği babası belki de fabrikatör değildi ya da ona para vermiyordu ya da bunu bilemediğim başka bir nedenle yapmıştı.
Günlerden bir gün bir akşam Semra bana bu gece evime gelmek istemediğini söyleyince şaşırdım. Anlam veremedim. Arabada neden gelmeyesin ki dedim. Gelmesini istedim. O da itiraz etmedi. Ama anlaşılan o akşam Semra’nın bana söylemediği haberim olmayan başka olaylar beni bekliyordu.
İlerleyen saatlerde gece yarısı, Semra’nın iki erkek kardeşi Şaşkınbakkal’da annemle altlı üstlü oturduğumuz apartmana geldiler, apartmanın bütün zillerine basmaya başladılar. Onlar geldiğinde annem 8 ci katta biz de 5 ci kattaki eskiden işyeri olarak kullandığım evdeydik. Sonradan öğrediğime göre kapıyı açan annemle teyzemin üzerine yürümüşler. Annem kapıyı son anda kapatarak ellerinden kurtulmuş. Neyse ki babamla ağabeyim evde değildiler. Babam evde olmadığına göre sanırım Çanakkale’de yazlıktaydı. Kapının zili çaldığında beni de bir taraftan telefonla arıyorlardı.
Annemin üstüne yürüdüklerini aklımın ucundan bile geçirmediğimden ne kapıyı, ne de telefonları açtım. O sırada o da bana ”evlenmezsek kardeşlerim beni öldürürler, evlenmemiz gerek” diye adeta yalvarıyordu.
Önce şaşırdım sonra kardeşlerinin evlenme baskısı yaptığı düşüncesi aklıma takıldı. Üstelik bana bu iş danışıklı yapılmış gibi gelmişti. Gün doğduktan sonra annemin üzerine yürüdüklerini annemin Aycan teyzemle son anda kapıyı kapatarak kurtulduğunu annem söylediğinde bana düzenlenen bu komplonun içerisinde Semra’nın da olabileceğini düşündüm. O gece babası annemi telefonla da aramış. Oğlunun yani benim kızıyla evlilik dışı ilişkide olduğumu kızına asıldığımı söylemiş. Annem de asıl kendi kızının oğlunun yakasını bırakmadığını söylemiş telefonu da yüzüne kapatmış. Ertesi gün şaşkınlığım henüz geçmemişti. Galata köprüsü taraflarında birlikte abimin aldığı bordo Lada arabayı sürerken kızkardeşi beni cep telefonumdan arayarak kız kardeşi Semra’yla yasak ilişkide olduğumu bağıra bağıra söylüyordu. O an nasıl bir aileyle karşı karşıya olduğumu biraz anladıysam da daha anlamam gereken, yemem gereken pek çok fırın ekmek olduğunu bilmiyordum.
Çünkü kardeşleriyle tanışıyordum, her halimizden birlikte yaşadığımız aşikardı. Pek çok kez gerek birlikte yaşadığımız evde ya da onların evinde karşılaşmış dostça sohbetler etmiştik. O yüzden birlikte olduğumuzu bilmedikleri, bu onların namus anlayışlarına ters düştüğü için gece yarısı evime baskın yapmış olmaları çok enteresan geliyordu. O yüzden bemim anladığım Semra ile kardeşleri bu manevrayla kızkardeşleriyle evlenmek istemeyen kendilerine yardımcı olacak adamı korkutarak zorla kızkardeşleriyle evlendirebileceklerini düşünmüşlerdi. Bu olaylar sonrası Boğaz’ın kenarında bir yere gittik, orada ona ayrılmamız gerektiğini söyleyince Semra çok ağladı. ”Ben yapmadım, beni öldürürler” diye yalvardı. Bunun doğru olabileceğini varsayarak, ona Antalya gibi İstanbul’dan uzak bir yerde ev kiralayabileceğimi söylemiştim. Bunu istemedi. Demek ki gerçekten öldüreceklerini düşünmüyordu. Üstelik bu işi belki danışıklı yapmışlardı. İşte 1996 öncesi ben Amerika’ya gitmeden böyle ayrılmıştık.
Ayrılmamızdan bir süre sonra Semra adına açtığım hesaptaki paraları çekip çekmediğini merak edip bankaya uğradım. Banka hesaptaki bütün paranın çekildiğini söyledi. Semra daha sonra çalıştığı İşbankasının Camiş ambalaj şirketinde, bir Ergün Satır adında Elazığ’lı bir adamla evlenmiş. Evlendikten sonra beni pek çok kez aramış kocasıyla geçinemediğini söylemişti. Hatta bir gün Bağdat Caddesinde karşılaşmış bir evin bahçesine gidip orada öpüşmüş, benimle yeniden birlikte olmak istediğinde bu kaçamak birlikteliğe engel olamamıştım. Yaptığımın doğru olmadığını biliyorum, ancak o yıllarda pek te mantıklı düşünebildiğim söylenemez. Mantıklı düşünebilmem için daha pek çok deneyimler edinmem gerekiyormuş. Bir gün yine beni aradı, kocasının onu dövdüğünü, kendisini dışarıya attığını, ayağında ayakkabısı bile olmadığını söyledi. Arabayla gidip onu oradan aldım, geçmiş gün iyi anımsamıyorum ancak ayakkabısı vardı ki, ayakkabı bulma gibi bir işle uğraşmam gerekmedi. Daha sonra ona yaşlı bir çiftin yanında bir oda tutmuştum. Ancak bir kaç gün sonra gittiğimde yaşlı çift Semra’nın kocasının onu alıp götürdüğünü söylemişti. Daha sonra bir gün Semra Şaşkınbakkal’daki 5 inci kattaki daireye geldi ve o günlerde ona verdiğim parayı istemediğim halde bıraktı ve gitti.
——————————————————————————————————————————–
Aradan yaklaşık 10 yıl geçti. İşlerim fena değildi. Bir gün Nicholas Cage’le, Penelope Cruz’un başrollerini oynadığı “Kaptan Korelli’nin Mandolini” adlı filmden etkilenip, eski birlikteliğimizin aslında güzel olduğunu, kardeşlerinin yaptığı bir yanlış yüzünden belki de onu suçlamanın yanlış olduğunu düşünmüştüm. Hereke’de Kocaeli Üniversitesinde okuduğunu biliyordum. İşim olmadığı bir gün bisikletimle okuduğu üniversite’ye gitmiştim. Rastlantı mı yoksa yazgı mı bilmiyorum. O gün orada karşılaşmıştık. O gün ile sonrasında onun beni sevdiğini, onunla birlikte olmamın doğru olacağını düşünmüştüm. Gerçi o sıralarda daha önce birlikte olduğum Tayvan’lı eski kız arkadaşım da Türkiye’ye gelmek üzereydi. Daha önce söz vermiş bulunduğum için ona gelme demek güç gelmişti. Semra da onunla birlikte olmamı yadırgamadı. Kendisi de aslında eski kocasıyla yaşamaya devam ediyordu. Tayvan’lı kız arkadaşım beni çok seviyordu, ne varki hem çok kıskanç hem de baskıcıydı. Bu beni Semra’ya daha çok yaklaştırdı. Semra geçen yıllarda bana neler yaptığını anlatıyordu. 1999 daki büyük Gölcük depreminde babası Adapazarı’nda kendi yaptığı apartmanın enkazı içinde kalmış sürüne sürüne kurtulmuş. Yine aynı depremde kızkardeşi Nevin’in kocası deprem sırasında yanılmıyorsam Yalova’da Nevin’i kurtarmak için kendisini onun üzerine siper ettiği için ölmüş. Tek çocukla dul kalan Nevin daha sonra mühendis olan kocasının ailesiyle kocasından kalan küçük çaplı yanılmıyorsam otomobil yedek parça tesislerinin mirası konusunda mahkemelik olmuşlar. Bundan sonra da Nevin maddi durumu iyi olan bir başka iş adamıyla evlenmiş. Bu süreç içinde Semra da kendisini sürekli dövdüğünü söylediği eşinden boşandı. (1) Daha önce Göztepe yakınlarında odalarını kiraladığım yaşlı çift’in Tuzla’daki küçük yazlık evine yerleşti. Bir kaç ay sonra da ben ona yine Tuzla’da yerden ısıtmalı güzel bir ev kiralamıştım. Ancak bazı ters davranışları, birden sinirlenmeleri bana onda bir denge eksikliği olduğunu düşündürmüştü. O yüzden ondan ayrılmayı düşünmeye başlamıştım ki tam o sıralarda benden yine gebe kaldığını söyledi.
Doğrusu bunu beklemiyordum. Çünkü hem anlam veremediğim davranışları, hem de yalan söylediğini düşündüğümden son günlerde gebe kalmaması özen göstermiştim. Ayrıca o günlerde İstanbul’a Gina’yla gittiğim Karadeniz turundan dönüşümde, Tuzla’ya bisikletle gelmiş eve yaklaştığımda onu Tuzla’da çalıştığı tersanedeki işyerindeyken aramıştım. O da hemen işten izin alıp eve geleceğini söylemişti. Bisikletimle oturduğumuz eve, sonradan arıtma yapıları yapılan arkadaki tenha yoldan yaklaşıyordum. Arkamdan taksiyle beni geçti. Taksinin içinde kendisini gördüm. Ancak yanımda durmadı. Birkaç dakika sonra eve geldiğimde ter içinde kapıyı açtı. Temizlik yapıyordu. Başka bir gün ise evde bir tablanın içinde sönmüş bir sigara izmariti görmüş o nedenle önceki gün eve belki ben yokken eski kocasını ya da bir başkasını almış olabileceğini düşünmüş, ondan gebe kalmış olabileceğini de olasılıklar arasında değerlendirmeye başlamıştım. Bir gün internet’te bilgisayarımda mail’lerini inceliyordu. Endişeyle bazı mail’leri sildiğini gördüm. Onun o an düşünemediği, silinen mail’lerin önce çöp kutusuna gittiği, oradan tekrar silinmedikçe yok olmadıklarıydı. Sildiği mailleri sonradan çıkarıp okuduğumda bana yaptığı büyüler konusundaki arkadaşıyla yaptığı yazışmaları buldum. (2)
O günlerde Semra Tuzla’da bir tersanede o günkü asgari ücret belki daha da aşağısına 600 milyona sekreterlik yapıyordu. Bende yabancı gruplara rehberlik yapıyor, bir yandan da Nevşehir’de aldığım kaya odaları olan yıkık bir evi onarıp pansiyon haline getirmeye çalışıyordum. İstanbul’a ayda iki, üç kez geliyor her geldiğimde ona aldığı maaşının iki belki üç katı para bırakıyor, hem de evin gereksinimlerini karşılıyordum. Ben ona verdiğim paraları biriktirdiğini düşünüyordum ancak sildiğini sandığı o mail’den sonradan anladığıma göre o paraların çoğu falcılara, büyücülere harcanıyormuş. Gerçekten de aslında Semra’nın yaşam biçimi oldukça savurgandı. Bir kez çalıştığı işyerindeki bir arkadaşına aldığı bütün aylığı armağan etmişti. Yeni model Vw Golf arabamı yaşadığımız evin parkına bırakıyordum. Sonradan anladığım kendisi birilerine gösteriş yapmak için arabayı başkalarına kullandırmıştı. Ayrıca tuttuğum evi pahalı mobilyalarla, araç gereçlerle doldurmuştu. Gerçi bunların pek önemi yoktu çünkü artık gebeydi. Büyüyle ilgili mail’i bile belki beni çok etkilemedi. Çünkü beni sevdiği için yapmıştır diye üstünde durmak istemedim. Önemli olan beni sevmesi diye düşündüm hep. Bu arada ben de Tayvan’lı kız arkadaşımdan güç te olsa ayrıldık, kendisi ülkesine döndü. Kendisi oldukça varlıklıydı birlikte çok para harcamıştık. Yıllar sonra İstanbul’da babamdan kalma daire’yi sattığımda, ona haksızlık yaptığımı düşünerek istemediği halde kendisine 50 bin dolar göndermiştim. (3) Tayvan’lı kız arkadaşım gittikten sonra beni babasıyla tanıştırmayı çok istedi. Sürekli bu konuda ısrarcıydı. Sonunda bir gün kabul ettim. Bir akşam babasının evine gitmeye karar verdik. Caddebostan’da evinin yakınlarına geldik. Gitmeden önce kendisine telefon açtı. Babasının eve gelin demesi epey bir süre aldı. Sonunda bizi kabul edeceğini söyledi. Eve girerken babasının elini öptüm ancak adamda bir anlaşılmazlık vardı. Biraz sonra oturduğumuzda yıllar önce kardeşlerinin annemin üzerine yürüdüğü gün bizim apartmanın önüne belinde iki tane Smith Wesson tabancayla geldiğini söyledi. Aynı akşam küçük erkek kardeşini de benim oraya geldiğimi haber verip, çağırmışlar. O da geldi. Küçük erkek kardeşi o aralar iyi para kazanmış, işleri yolunda gidiyormuş. Bana ne iş yaptığımı sordu. Rehberlik yaptığımı söylediğimde yüzünde beni küçümseyen bir ifade belirdi. Sonra içerde çay yapmakta olan Semra’nın yanına geçti. Sonradan Semra’nın söylediğine göre orada Semra’ya bu evliliği onaylamadığını söylemiş. Sonra yeniden oturduğumuz salona döndü. Ona yıllar önce neden annemin üzerine yürüdüğünü sormam gerekiyordu. Yoksa dürüst bir arkadaşlığımız olamazdı. Özür dilemesini bekliyordum. Oysa ki o önce diklendi sonra hiç beklemediğim halde üzerime saldırdı. Ancak Semra’nın gebe olduğunu bilmiyorlardı sanırım. Ona vurmak istemedim. Birlikte yere yuvarlandık, kalktım evden çıkmak istiyordum. Kendi evlerinde yaşlı anne babasının yanında onunla kavga etmek istemiyordum. Araya Semra girdi, bu kez hem kardeşi hem babası da Semra’ya vurdular. Kardeşi Semra’nın karnına tekme atacak oldu, neyse ki ayağımla karnına vuracağı tekmeyi engelleyebildim. Bu kez annesi araya girdi. Kapıyı açmaya çalıştım kapının üzerindeki anahtar tutukluk yapmıştı. İsviçre çakımı çıkarıp pense bölümüyle kapıyı açmaya çalıştığımda bir an babasının gözünün elimdeki bu çok yönlü Leatherman marka penseye takıldığını, ona ilgiyle baktığını hissettim. Penseyle anahtarı çok zorladığım anda kırılacağını düşündüğüm için daha fazla zorlamak istemedim, kapı açılmıyordu. Annesi arka pencereyi açtı oradan atlayarak çıktık. Arkamdan kardeşi avazı çıktığı kadar yüksek sesle sövgüler yağdırıyordu.
Sonradan bunu evlenmemizi engellemek için yaptığına yaptığını düşündüm. Çünkü meğer kızkardeşinin kendilerine de yararı dokunacak zengin biriyle evlenmesini istiyormuş. Çünkü Semra’nın sonradan anlattıklarına göre birlikte okudukları okuldan tanıdığı öyle biri varmış. Bu olay sonrası kardeşlerinin Tuzla’da oturduğum evi bildikleri için yine geleceklerini düşündüm. Ancak gelmediler. Artık bütün yakınlarıyla ilişkimi kesmek istiyordum. Annem ya da bizim üzerimize yeniden gelmesinler, ayrıldığımızı düşünsünler diye gebe olduğunu da bilmesinler istedim. Semra’dan da bunu kimseye söylememesini istemiştim. Ne varki bunu işyerinden arkadaşlarına söylediğini, onlardan biriyle telefonla konuşmalarını duyduğumda anladım. Belli ki yalan üstüne yalan söylüyordu. Sildiğini sandığı büyü mail’ini de gördüğümü ona hemen söylememiştim. Bir gece orada adı geçen Kezban ana’nın kim olduğunu sorduğumda ”o da kim? öyle birisini tanımıyorum” demişti. Öyle olunca mail’ini gördüğümü söyledim. Artık yalan söylediği ortaya çıkmıştı. Sonunda artık 3 aylık gebeydi. Hem yalan söyleyen, hem boş inançları olan, hem de annemin üzerine yürüyecek kadar küstah kardeşleri olan böyle bir kadından çocuk sahibi olma düşüncesi beni endişelendirdi. Kendisine benimle geçinip geçinemeyeceğini sordum. Geçinemezsek doğacak bir çocuğu mutsuz etmenin doğru olmayacağını söyledim. Çocuğu aldırmak istemediği belliydi. O an tarlalar arasından Tuzla’daki çalıştığı tersane’ye doğru yürüyorduk. İki göz iki çeşme çocuğu aldırmamam için bana yalvarıyordu. İlk çocuğu aldırmasını ben istemiştim. İkinci kez aldırmak için zorlamanın oldukça canavarca olacağını düşündüm. Sonra ona ”bana uyum sağlayabilecekmisin” diye sordum. ”Ne istersen yapacağım yeter ki çocuğumu aldırma” diye ağlamaktan perişan olmuştu. Acıdım…. ”Öyleyse toparlanalım Kapadokya’ya gidelim” dedim. ”işimden ayrılamam!!!” dedi. ”Neden” diye sorduğumda ”çünkü kredi kartı borcum var” dedi. Anladım ki benim verdiğim paralar yetmediği gibi bir de kredi kartı borcu yapmış. “Olsun ben öderim, yalnız kredi kartını bankaya geri verelim” dedim. Sonraki 3 ay boyunca bana uyum sağlar gibi göründü. Bu arada bir gün İstanbul’da bir trafik kazası yaptı. O gün araba kullanmayı öğrenmesi için arabamı ona vermiştim. Bağdat caddesinde trafiğin içinde dur kalk giderken “ilerden sağa gireceğiz” dediğimde fren yerine gaza bastı. Araba yerinden fırlayınca daha da panikleyip gaza daha da yüklendi. Ben el frenine bütün gücümle asıldığım için, arka tekerler kilitlenip sürüklendiği halde öndeki Audi marka arabaya olanca gücümüzle bindirdik. Şaşırıp kalmıştım. Arabanın sahibi çocuk son derece uygar bir kişiymiş. Arabasından çıkıp durumu anlayışla karşıladı. Hatta ona çarpan Semra’yı teselli etti. Semra o ara hamileydi. Neyse ki arabam kasko sigortalıydı. Sigorta hem bizdeki hasarı hem de karşı tarafın hasarını karşıladı. (4)
Bu arada Kapadokya’ya kayadan oyma odaları yaşanır hale getirmiştim. İki banyo, bir mutfak, bir yatak odası, bir de oturma odası ile mutfak vardı. Doğayla iç içe, ufukta Erciyes dağının görüldüğü, güzel manzaralı bu eve yerleştik. Arasıra İstanbul’a gidip geliyorduk. Yine bir gün Beyaz Vw minibüsümle Kapadokya’ya giderken yolda kardeşlerinin öğrenme olasılığı endişesiyle çocuğun yalnızca benim üzerime yazılmasını istediğimde tartışma yaşadık. Kızılcahamamı geçmiş Ankara yakınındaki Kazan köyü yakınlarına varmıştık. Bunu kabul etmediği gibi bir de babasının evine geri döneceği söyleyerek bana gözdağı verdi. Hatta arabadan köpeği de alarak indi. Bir yanda karnında çocuk bir yanda köpek, parasız pulsuz onu orda bırakmaya vicdanım el vermedi. Oysa ne büyük yanlış yapmışım. Demek ki verdiği sözü tutmayacaktı. Bir gün Uçhisar’daki kaya odanın içinde doğum öncesi sıvısı geldi. Köpeğimiz Kurt’u da alarak yolda doğum yapma endişesi de olduğundan Kırşehir gibi büyük bir şehir üzerinden yaklaşık 2.5 saatte Ankara’ya yetiştirdim. Daha önce anlaştığımız Ankara Bahçelievler’deki Profesör Mehmet Haberal’ın Başkent Üniversitesi’nde Esra Kuşçu adlı doktor ona doğum yaptıracaktı. Normal doğum olsun istemiştik. Doğum sancıları saatler sürdü. Gece oldu. Nihayet ertesi gün sabaha doğru, Ankara’da Başkent Üniversite Hastahanesinde günün ilk saatlerinde doğum sancıları arttı. Henüz gün aydınlanmamıştı. Doktor Esra Hanım’a haber verildi. Kendisi oturduğu Oran sitesinden Bahçelievler’deki Başkent üniversitesine gelerek, doğumu yaptırdı. Orada bir süre kaldık. Halamın kızı Umur Yenge de oraya yakın oturuyordu ve bizi bir gün ziyarete geldi. Hastane’den doğum raporu aldıktan sonra Kapadokya’ya geri döndük. Doğum sonrası bazı komplikasyonlar çıktı. Semra bebeğe süt veremiyordu. Bunun için kendisini Ankara’da psikoloğa bile götürmem gerekti. Sonunda kızımı bebek mamalarıyla beslemek zorunda kaldık. Daha sonra Ankara’daki bir firmadan süt çekme makinası aldım. Çok sonraları ancak annenin sütü geldi. Güzel bir gün doğum sırasında elime geçen göbek bağı örneğiyle birlikte kendi kanımın örneğini vererek dna testi yaptırdım. Benim kızım olduğu ortaya çıktı. Bundan sonra her geçen gün kızıma daha çok bağlandım. Kardeşlerinden kurtulmak için onlara Amerika’da olduğunu söylemesini istemiştim. Amerika’da kiraladığım bir telefon numarasını onun mobil telefonuna yönlendirdim. Kardeşleri o numarayı aradığında onun Türkiye’deki telefonu çalıyordu. Böylelikle onun orada olduğuna kardeşleri inandı. Hatta kız kardeşinin oğlu Ediz Amerika’ya onun yanına gelmek istediğini yazıyordu.
Bu arada Semra babasının evine döneceğini söyleyerek, bana sık sık gözdağı vermeye başladı. Doğum sonrası anormallikleri artmıştı. Sonra bir gün hernasılsa kardeşleri Kapadokya’da olduğumuzu öğrenmişler. Bir gün büyük kardeşi beni aradı. Kız kardeşini kaçırdığı gerekçesiyle jandarmaya vereceğini söyledi. Sanırım Semra onlara Kapadokya’da birlikte yaşadığımızı kendi söylemişti. Yoksa onun Türkiye’de olduğunu öğrenmeleri çok güçtü. Ben de nasıl öğrendiklerini bilmiyordum. Ancak bunu Semra’nın söylemiş olabileceğini hala düşünemiyordum. “Kişiyi nasıl bilirsin? Kendim gibi…” sözü o ne güzel bir sözdür. Akıllanmayan adamı ne kadar akıllandırsalar adam bir süre sonra iyi niyetini yine kazanır.
Durum o noktaya geldiğinde işi kestirip atmaktansa kızımı iyiliği için onunla evlenmemeye karar verdim. Ayrıca çocuğumu üzerime almanın Semra’ya koz vermek olacağını, benim için sıkıntı yaratabileceğini düşündüm. Kızım nasılsa benimdi. Bu gerçek değişmezdi. Bu ona olan sevgimi de azaltmazdı. Çünkü bu tür gözdağları sürekli gelmeye başlamıştı. Kapadokya’daki kayadan oyma ev iyi ısınmıyor diye Birgen doğduktan sonra Nevşehir’den büyük kaloriferli bir ev tuttum. 5 yıl kadar kızımızı orada büyüttük. (5)
Evlenmesek te kendisine 2 kez altın yüzük aldım taksın ki köy yeri dedikodu olmasın. İkisini de sattı.
Bir gün yine iş için Nevşehir’de oturduğumuz evden yola çıktım. Özel turlarım genellikle İstanbul başlangıçlıydı. Yola çıkmadan önce Semra’dan içeri odadaki cüzdanımı getirmesini rica ettim. Çünkü ona para verecektim. Öyle ya eve para bırakmam gerekliydi. Ancak önceki gün cüzdanımı oraya bırakmadan içindeki parayı saymıştım. Yola çıktıktan sonra hiç mola vermeden yaklaşık 200 km ilerdeki Konya Makasındaki Baran tesislerine kadar gittim. Orada mazot almak için cüzdanımı çıkartıp ödeme yaparken cüzdanın içinden Semra’ya verdiğim paradan çok miktarda paranın eksildiğini fark ettim. Önceki gece eve hırsız girmemiş, ya da yola çıktıktan sonra hiç bir yerde durmamıştım. Dolayısıyla parayı düşürmüş, ya da kaybetmiş olma olasılığım yoktu. Geriye tek bir olasılık kalıyordu. Semra’nın cüzdanımdan para almış olması. Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü yine. Oysa ki onu parasız bırakmıyordum. Onunla bir ömür geçmeyeceğini biliyordum bilmesine de kızım Birgen için dişimi sıkıyordum. Bu arada Uçhisar’daki evi daha güzel bir biçime sokup 3 tane kayadan oyma odasını birleştirerek, yerden ısıtma, kalorifer sistemlerini de kendi ellerimle yaparak, hem kendimizin yaşayacağı hem de gerekirse bir odasında bir çift konuğun kalabileceği duruma getirdim. Ne varki birlikteliğimiz gitgide dayanılmaz bir duruma gelmişti.
Avukat olabilsin diye son yıl üniversite borçlarını ödediğim gibi, ona takıp, bir türlü diplomasını aldırmayan öğretmenin İzmit yakınlarında evine gidip armağanlar vermeye varma ölçüsünde yardım etmiştim. Avukatlık yapabilsin diye ön ayak olup stajını Nevşehir Baro Başkanı Necmi Öncül’ün yanında yapıp avukat olmasında yardımcı olmuştum. Necmi Öncül Semra’ya staj için vereceğini vaad ettiği sembolik 300 ya da 400 lirayı stajını bitirdiği halde Semra’ya vermemişti. Semra daha sonra Semra Avukat Ferhat Can’ın yanında sonra da Avukat Uğur Kemikli’yle, Fazlı Koç’un yanında çalıştı ancak çalışmaları bir kaç aydan fazla sürmemiş sonradan öğrendiğime göre kendisini işten onlar çıkarmışlardı. Bunun üzerine kendisine tam destek olup serbest avukatlık yapmasını önermiştim. Daha sonra ona kendi işini de kurdum. Bu kuruluş sırasında onu anladım ki ben yardım etmesem Semra bunun hayalini bile kuramazdı. O derece bilgisizdi ki. Avukatlık bürosu olarak, oturmakta olduğumuz kayadan oyma odaları kağıt üzerinde kendisine kiraya vermiştim. (6) Aradan bir ay geçmeden işyeri olarak kiraladığı için oranın kontrat süresince kendisinin olduğunu beni kendi evimden jandarma’yla attıracağını söyledi. Eline bir koz verildiğinde düşmanlık yaptığını iyice anlamıştım. En büyük kozu da kızım Birgen’di. Çocuk onun için bir bir kalkan hatta bana bir gözdağı verme aracıydı. Beni dayanıksız yerimden yakalamıştı artık. Evden giderim gözdağlarına karşılık kendisine bir erkeğin sokakta da yatabileceğini ancak bir kadının yatamayacağını söylemiştim. Beni istemiyorsa eğer bir erkek olarak evden ceketimi alıp çıkıp gidebileceğimi söylemiştim. Bundan sonra beni evden kovmayı alışkanlığını edindi. Pek çok kez dışarıda arabanın içinde soğuklarda yatmak zorunda kaldım….
Semra velayet davasını kazanabilmek için kızımı vejetaryan beslediğimi bunun sağlıksız olduğunu, kızımın gelişimi için kötü olduğunu öne sürmüştür. Oysa benimle birlikteyken kendisi de vejetaryan olduğunu, hayvan öldürmeye karşı olduğunu. Korku içinde öldürülen hayvanların etlerinden insana hiç bir yarar gelmeyeceğini söylüyor, ben de Semra’nın gerçekten kendi isteğiyle vejetaryan olduğunu düşünüyordum. 20 li yaşlarda vejetaryanlığı bir yaşam biçimi olarak benimsemiştim. Çünkü doğaya saygı duyuyor, yeryüzündeki bütün yaratıkları seviyor, onların acı çekmelerini istemiyorum. Ayrıca uzun yaşam bilimi yapan kişiler vejetaryanlığın sürdürülebilir bir diyet olduğunun 1970 li yıllarda kuşku götürmez biçimde kanıtlandığını yazıyorlar. ”Modern Nutrition in Health and Disease” Catherine Ross, ”A diet for a small planet” Frances Lappe, ”Okinawa Program” Bradley J. Willcox, ‎D. Craig Willcox, ‎Makoto Suzuki gibi bilim adamlarının yazdıklarını bu konuda referans olarak verebilirim. O nedenle et, balık, tavuk etlerini eve almıyordum. Ancak organik süt, süt ürünleri, yumurta gibi gıdalar yanında yosunlardan yapılma dha omega 3 gibi besin destekleriyle büyütüyordum kızımı. Doğrusu çocuğumun da et yemesini istemiyordum. Kızım anaokulu çağına geldiğinde annesi onu Kardelen koleji adında özel bir anaokuluna vermemi istedi. Özel okul olduğu için çocuklara öğle yemekleri veriliyordu. Vejetaryan bir aile olduğumuz için (daha doğrusu ben öyle sanıyormuşum) bu konudaki hassasiyetimizi belirttik. Okul yönetimi kızımın vejetaryan beslenmesini sürdürebileceği sözünü verdi. (7) Daha sonra daha çok Semra’nın isteği doğrultusunda daha iyi olduğunu düşünüp Altınyıldız kolejinin ilkokuluna verdik. Ancak orası da özel okuldu. Öğle yemekleri istense de istenmese de veriliyordu. Çoğunlukla da etli yemekler veriliyordu çocuklara. Okul yönetiminden kızıma etli yemek vermemelerini rica etmiştim. Ancak sonradan anladığım benden gizli olarak Semra et verilmesini istemiş, bana da et vermediklerini söylemelerini söylemiş. Burada anne çocuğuma et yemediği konusunda babasına yalan söylemesini istemiş demekki. Çocuğun anne tarafından yetiştirilme tarzına bakılırsa ilersi pek karanlık görülüyor!!!
Birgen okula başladıktan sonra annesinin soyadını taşıdığı için arkadaşlarının ona babası olmadığını söylediklerini çocuğun bundan utanç duyduğunu söylüyor, kızıma soyadımı vermem için sürekli yalvarıyordu. Ben de kızımı her ne kadar sevsem de annesinin onu tanıma yoluyla soyadımı verdiğimde, bunu kullanacağını, bana gözdağı vereceğini düşündüğüm için bunu yapmaya çekiniyordum. Sonunda birgün yine acıma duygum ağır bastı. Evlilik dışı olan çocuğuma tanıma yoluyla soyadımı verdim. Aradan bir kaç hafta bile geçmeden, nafaka davası açıyorum diye çıktı. Tek yaptığı önce gözdağı vermek sonra saatlerce özür dilemekti. Yorgun argın turlardan eve geldiğimde sürekli böyle gözdağı vermeler, sonra da saatler süren özür dilemeler beni canımdan bezdirdi. Parası olmadığı, gidecek yeri olmadığı için ona acıdığımdan, ama en çok kızımı düşündüğümden yine de bu birlikteliği sürdürdüm.
Bu arada kızım Birgen’i piano, binicilik, teakwondo, yüzme, mental aritmetik, cimnastik kurslarına gönderdim. Anne baskısının çok üst düzeyde olması nedeniyle kızım gittiği her kursta arkadaşlarına oranla çok geride kalıyordu. Öyle ki aylarca yüzme kursuna gittiği halde bir türlü yüzmeyi öğrenememişti. Bir gün Uçhisar girişindeki Lykia Lodge’un havuzundaki kursta kendi çabasıyla yüzmeye çalışan kızıma bağırarak komutlar verdiği gün aklımdan çıkmaz. Çocuğum bu tür komutlar sonrası kendi başına inisiyatif alamayan, hep annnesinin komutunu bekleyen bir duruma getirmekte, gittikçe becerilerini yitirmekte bu da annesinin ona daha sert davranmasına yol açmaktaydı. Annesi kızının başarısızlığını da kabullenemiyor bu açığı çocuu daha çok çalıştırarak kapatmaya çalışıyor, kızımı bunaltıyordu. Örneğin aylarca yüzme kursuna gittiği halde bir türlü yüzmeyi başaramamıştı. Sonunda bir yaz ağabeyimin yanına onu tatile gönderdiğimde yüzmeyi ağabeyimin yardımıyla öğrenmişti.
Bu süre içinde iki kez daha benden habersiz aldığı kredi kartlarının da borçları karşıma çıktı. İstanbul’da göğüs küçültme operasyonu, 10 çiftten fazla ayakkabı, 130 TL lik bir şampuan, son model dizüstü bilgisayar, ile mobil telefon, Burger King ödemeleri bunlardan anımsayabildiklerim şu an. Parça parça ödeyim ki belki çekinir de bir daha kredi kartı almaz dedim. Ancak parça parça ödediğimde ödenmesi gereken toplam tutar artıyordu. Kızımın annesidir, çare yok, ödemezsem başı derde girecek düşüncesiyle daha sonra bütün borcu toptan ödeyerek kapattım. (8)
Girdiği işlerde başarılı olamıyordu. Kendisine açtığım serbest avukatlık işini bir süre devam ettirdi. Çünkü İstanbul’dan kendisine Garanti bankasının bir tapu karşılığı kredi bağlanması işinde önayak olmuştum. Ancak oradan çok az bir geliri vardı. Kendisi için web sitesi yaptım. (9) Arama motorlarında Google’da ”Nevşehir Avukat” sözcüklerini yazdığında birinci sayafada en üstte çıkıyordu. Hergün birileri arıyordu ne varki doğru dürüst bir iş alamıyor işiyle ilgili işletim giderlerini bile çoğunlukla benim ödemem gerekiyordu. Sonunda serbest avukatlık işi de başarısız olduğu için kapatmanın uygun olacağını düşündük. 3 kayadan oyma odasını bitirebildiğim evin bir, ya da gerekirse, kendimizin banyosuz bir odada yatma koşuluyla, iki odasıyla pansiyon işi yapmanın daha iyi olacağını düşündüm. İlerde emekli olabilsin diye hem özel sigorta parasını ödedim, hem de onu yanımda çalışan olarak gösterdim. (10) Semra ise bir ifadesinde kendisini sanki zor kullanarak çalıştırmadığımı yazmış. Ayrıldıktan sonra bana hem çocuğu göstermeyip, hem anneme, hem de bana karşı 5 ayrı dava açacak yapıda bir kadın ben çalıştırmak istemesem bile beni mi dinlerdi?
Babası hasta olduğunda İstanbul’a pekçok kez uçak biletlerini internetten alıp gönderdim. Her türlü yardımı yaptım. Babası öldükten sonra eve döndüğünde bana ilk söylediği kendisine çok büyük varlık kaldığıydı. Öyle bir günde kişinin babasının ölümüne üzülmesi beklenir ne varki Semra hanım oldukça değişik bir yapıdadır.
2014 yılı ilk baharına doğru bir gün çamaşır makinası içinde saçımdan bir tutam bulmam bardağı taşıran son damla oldu. (11) Saç büyüsü diye bir büyü varmış. Evdeki erkek kadına bağlanır bir daha ayrılamazmış. Böyle olunca artık bir daha dönmemek üzere ondan ayrılmaya karar verdim. Birgen’in kendisinde kalmasında ısrarcıydı. Zaten Birgen o sırada okuldaydı. Oradaki düzenini bozmak istemiyordum. Beni zorla durdurmaya çalıştı. Yalvarıyor, belime dolanıyor önümden çekilmiyor. Elbiselerimi toplamama izin vermiyordu. O yüzden evden ayrılışım oldukça güç oldu. Gidecek yeri olmadığını düşündüğümden yıllarca emek harcayarak güzelleştirdiğim kayadan oyma odaları kızımla oturacağı düşüncesiyle kendisine bırakarak çıktım. Daha sonra kendisini gördüğümde oradan hastaneye gidip kendisini darp ettiğimin kanıtı olarak mahkemede kullanmak üzere bir rapor aldığını söyledi. Oysa onu incitmemek için elimden geldiğince özen göstermiştim. Kapıdan çıkmama engel olduğundan tek yaptığım kolundan çekip yolumu açmak olmuştu. Acaba kolunda bir iz mi kalmıştı, ya da sonradan kendi mi bir iz yaptı onu da bilemiyorum.
Evden ayrıldıktan sonra yine de kızıma yiyecek alabilsin diye haftada 150-175 TL arası haftalık gönderiyordum, o yıllarda bu parayla mutfak masraflarını kolayca karşılayabilirdi. Ayrıca oturduğu evin elektrik, su gibi giderleri de otomatik olarak bankamdan ödeniyordu. Parça parça gönderiyordum. Çünkü toplu para eline geçtiğinde hemen harcayıp bitirdiği için çocuk aç kalabilirdi. Ne varki Semra gönderdiğim o paraları da (12) kullanarak İstanbul’a gelmiş, İstanbul’da Tuzla’da nereden tanıdığını bilmediğim Fetö’yle ilişkili tarikatçilerin, evinde sığıntı olmuş. Üstelik kendisine ‘’gel yargıç ol bizim için çalış demişler’’ yüklü aylık önermişler de güya bunu kabul etmemiş. Kendisine verdiğim banka kartı harcamalardan, Tuzla taraflarında olduğunu anlamış sonra kızımı merak ettiğimden kendisini arayıp kızımı görmek istediğimi söylemiş, nerede oturduğunu öğrenmiştim. Kaldığı ev başkalarının eviydi. Babasından kalan evdeki payını henüz satmamıştı. Eski çalıştığı tersaneye dönmüş, burada hem sekreter hem avukat olarak sanırım ayda yaklaşık 2000 TL sına çalışmaya başladığını, babasından kalan aylığı da en küçük kardeş olması nedeniyle kendisinin aldığını söylemişti.
Bir yaz günü Kapadokya’ya bir turla döneceğim günü öğrendiğinde beni telefonla arıyor, yine gözdağı veriyor, elinde bulunan anahtarlarla eve girip yıllardır kendi ellerimle yaptığım boruları, tuvaletleri kırıp dökeceğini söylüyordu. Ayrıca evde ben istemediğim halde büyük ablası Berrin’in gönderdiği bir yatak, bir dolap, bir de fırın vardı. Onları geri istediğini söylüyordu. Oraya girip gerçekten de sağı solu kırıp dökeceğini düşündüğüm için yoldayken telefonla Avanos’tan bir çilingir bulup o gelmeden, evin giriş kapılarının anahtarlarını değiştirttim. Sonra da onu arayıp anahtarları değiştirttiğimi, neyi varsa ben gelip kapıları açtığımda alıp götürebileceğini söyledim. Akşama doğru eve geldiğimde yanında kızım, arkadaşı Arzu hanım ile onun çocukları olduğu halde beni bekliyordu. Karşılaşır karşılaşmaz amacının eski mobilyaları almaktan çok benimle barışmak olduğunu anladım. Çünkü alacakaranlıkta “gel lütfen” diyip bana sarılmaya çalıştı. Ben kabul etmeyince hırsla konuklarımın o gece kalacağı odayı dağıtıp çıktı.
Uzunca bir süre geçti yine kızımdan haber alamadığım için onunla ilgili endişeye düştüm. Kızım neredeydi? Bilmiyordum. Yine onu aramam gerekti. Görüşmeyi kabul etti. Tem otoyolu kenarında Via Port’ta bir otelin lobisinde buluştuk. Son derece dekolte giysileri, gösterişli sahte takıları vardı. Babasından kalan İstanbul’daki evdeki payını 95000 liraya satımış. Çocuğumu Doğa Koleji adında bir okula yazdırmıştı. Onu gördüğümde son bir çabayla parasını harcamamasını benim de ona yardım edeceğimi, kendine uygun bir ev almasını öğütlemiştim ancak ne yazık ki dinlemedi. Onun yerine iki banyolu lüks bir evi tutmayı yeğledi. Yine de ona eve taşınmasında kızımla ilişkimin kopmaması için yardım ettim. O birkaç günlük birlikteliğimde, istemediğim halde taşındığı evin anahtarlarını, garajın anahtarlarını da bana verdi. Bu arada babasından kalan 95 bin liradan kalan 75 bin lira kadarını Denizbank’a yatırmış. Oradaki hesabına ortak olmam için ısrar ediyordu. Önce kabul etmedim. Ama neredeyse yalvarma noktasına vardırdığında ağzıman bir olur sözünü aldı. Gidip banka’daki hesabına ortak olmak için imza attım. İşte Semra’nın açıkgöz yanı. Benim her halikarda o paraya tenezzül etmeyeceğimi bildiği için beni kandırmak adına beni oradaki hesaba ortak olmaya zorlamıştı. Kısa süre içinde evi eline geçen parayla piano’ya varana kadar eşyalarla donattı. Facebook’ta açık saçık giysilerle fotoğraflarını gördüğümde şaşırmadım. Çünkü bana başka biriyle evleneceğini ondan çocuk yapacağını da söylemişti. Bu konuşmalar da varlığının benimkinin iki katı olduğunu söylediği ses kaydında vardır.
Daha çok İstanbul dışında kaldığımdan yine uzun süre kızımı göremedim. Bir ara İstanbul’a geldiğimde kızımı görebilmek için Tuzla’da öğrenim gördüğü Doğa Kolejine gittim. Öğretmeninin izniyle bir saat kadar görebildim onu. Annesi akşam beni telefonla aradı. Artık kızımı arayıp sormamamı onun artık başka babası olduğunu bağıra bağıra söylüyordu adeta delirmişti. O an kızımın yabancı bir erkekle aynı evde kalmasının uygun olmadığını düşündüm.
Bundan kısa bir süre sonra okullar tatil olmuştu. İstanbul’a geldiğimde 19 Haziran 2015 günü kızımı telefonla aradım annesi evde yoktu. Gelip kendisini alacağımı söyledim. Kızım da benimle gelmek istiyordu. Tuzla’daki oturduğu eve gittim. Kapıyı çaldım. Kızım açtı. Kızımın hazırlanmasını beklerken içeri girdim. Kızımın yaşadığı ortama baktım. İçerde anneme ait Çeşmi bülbülleri gördüm. Buzdolabını açtığımda derin dondurucuda et olduğunu gördüm. Demekki kızıma et yediriyordu. Aynı gün birlikte Çanakkale’deki annemin de oturduğu evimize gittik. Sonra Bergama’ya sonra da Kapadokya’ya gittik. Bilmediğim Türkiye’de evlilik dışı çocuklarla ilgili ortak velayet olmaması annelerin çocuklarıyla ilgili daha yetkili olduklarıydı. Yasalar onun yanında olduğu için çocuğunu kaçırdığım onu alıkoyduğum gerekçesiyle benden, çocuğu kaçırmama yataklık etmekten annemden şikayetçi olmuş. Jandarma’lar polisler her yerde beni, annemi arıyordu. Pek çok kez hem benim, hem de annemin polise, jandarmaya bilgi vermesi gerekti. Utançtan annemin yüzüne bakacak yüzüm kalmadı. Ne annem ne ben, yaşamımız boyunca bir polis ya da jandarma’yı kapımızda görmemişizdir. Ne varki Semra sayesinde hepimizin bunu yaşaması gerekecekti. Polis beni aradı. Bergama polis karakolunda ifade verdik. Çocuğumun benimle olduğunu bildirdim. İfadem sonrası polis şefi durumu kavramış bir an önce kendime bir avukat bulmam gerektiğini söylemişti. Daha sonra Kapadokya’daki evimize gittik. Kapadokya’da yaklaşık 6 ay pansiyon işletmesi olarak kullandığım evime o ara bir Ukrayna’lı, bir de Japon uyruklu iki yabancı konuk aldım. Onlar bana hem ev işlerinde yardım ediyorlar hem de işimle ilgili çeviriler yapıyorlardı. Birgen de onlarla yabancı dilini ilerletme şansı bulmuştu. Birlikte arasıra yürüyüşlere çıktık. Bir kez birlikte Göreme’ye dere boylarından kayaların üzerlerinden geçerek yürüyerek gitmiştik. Bu yürüyüş sırasında kayaların üzerinden inerken benim de, kızımın da bir yerlerimiz çizilmişti. Ancak bu Semra’nın dediği gibi kızımı önemsemediğim anlamına gelmemelidir. Tam tersine onun sağlığı için bu tür yürüyüşlerin yararlı olduğuna inanırım.
Bu arada Semra çocuğun kaçırılmasında yardım ve yataklık yapıyor gerekçesiyle annemden de şikayetçi olmuş, annemin Çanakkale’deki evine jandarmalar gelmiş. İfadesini almışlardı. Ayrıca annem sonradan İstanbul Bostancı karakolunda bu konuda ifade vermek zorunda kaldı. Önce savcılık hem annemle, hem de benimle ilgili şikayetlere takipsizlik kararı verdi. Daha sonra Semra’nın bulduğu avukat sevgilisi Bilal Koyuncu bu takipsizlik kararlarına itiraz etti. Bunun üzerine her nasılsa gerek Bergama savcılığı, gerekse Nevşehir savcılığı eski kararlarını değiştirip hakkımda iddianame hazırladılar. Nevşehir’deki savcı Noyan Çelik kendi el yazısıyla jandarmaya talimat vererek çocuğun benden alınması talimatını vermiş. Talimatı alan Jandarma bir gece Uçhisar Aşağı Mahalle muhtarı Savaş Çehrili’nin yanına gelip beni telefonla aradılar. Ben de evde olduğumu söyledim. Bu arada annenin çocuğu benden almasının yasalara uygun olup olmadığını avukat arkadaşım Ali Yaşar Ünlütürk’e sordum. O da alabileceklerini söyledi. Neden daha önce uyarmadığını düşündüm. Bu işte bir yanlışlık olduğunu düşündüysem de çaresiz kızımla jandarmayla birlikte Nevşehir’deki komutanlığa gittik. Semra’nın yazdığı gibi ben kızımla Nevşehir’deyken ‘’ani bir baskınla’’ gece yarısı Jandarma geliyor, bizi apar topar karakola götürüyordu. Kendisi jandarmaya gelirken telefon açıyor. Soruyor babası yanında mı diye. Kızım Jandarma’da annesini beklerken ağlayacak gibi olmuştu. Kızım benimle çok mutluydu çünkü. Ben gelince sırtımdan inmez bana her türlü şakayı yapar, benden asla korkmaz, ne yaparsa yapsın onun yanında olduğumu, benden ona kötülük gelmeyeceğini bilir. Ancak baskıcı annesinden ödü kopar, çünkü annesi sürekli ona kızar, bağırıp, çağırır hatta döver. Oysa ben kızımla hep ilgilenirdim, ona öyküler anlatırdım, yabancı diller öğretirdim. Ona model uçak, uçan kuş modelleri yapar, satranç oynar, onu hem eğlendirir, hem öğrenmesini sağlardım. (13) O gece Jandarma’da koltukta kızın annesinin gelmesini bekledik. Gece yarısı Jandarma komutanlığına gelen Semra büyük bir gösterişle içeri girdi. Oradaki koltuğa ilişti elindeki son model telefonu çıkararak orada adını unuttuğum ama adının sonradan savcı Noyan Çelik’ten başkasının olamayacağını düşündüğüm bir kişiyle görüşüp ona teşekkür etti. Kızımla birlikte oradan çıkarken üzerine saldırabileceğimi ima ederek Jandarma’lara beni hemen bırakmamalarını tembih etti. Kadın giderken Jandarma’lar bile kadının çok düşük düzeyli olduğunu anladıklarını belirten konuşmalar yaptılar. Artık kızımdan ayrılmıştım. Bu durumda aklı dengesi bile yerinde olmayan bir anneden kızımı almak için yargı yoluna başvuracaktım.
O yıl Ekim ayı sonunda İstanbul’dan Kapadokya’ya dönerken kızımı yine görmek istedim. Telefon açtım, yanıt vermiyordu. Telefon numarasının değişmiş olabileceğini düşünüp eve gidip zili çaldım. Kızımla birlikte, annesi de camda belirince gerisin geriye geri dönüp yoluma devam ettim. O günün akşamı yine polis aradı. Yine davacı olmuş. Bana karşı, anneme karşı çocuk kaçırma, çocuk alıkoyma, kişisel gizliliği yok sayma davalarının yanına bir de evine yaklaşmamam için ayrı bir dava eklenmiş oldu.
Hakkımda açılmış dava dosyalarına Semra ile çocuğum için yaptığım banka ödemelerini de sundum. Bu dökümlerde de görüleceği gibi çocuğumun gittiği Altınyıldız kolejinin 2014 ödeme planı anlaşmasını o yapmış olsa da bütün ödemelerini benim yaptığım görülebilir. (14) Dolayısıyla Semra’nın bu ödemeleri kendisinin yaptığı iddia ettiği yazısı da doğru değildir.
Bundan başka Semra ifadesinde şahsımı inançsızlıkla suçlayarak, inanç sömürüsü yoluna da başvurmuş, yargıçların görüşlerini etkilemeye çalışmış ne yazıkki bunda da başarılı olmuştur. Evet ben bilimin, iyiliğin, demokrasinin, Atatürk’ün modern görüşlerinin savunucusuyum. Bilime, ilerlemeye karşı olan düşünce yapıları bana ters gelmektedir. Doğayı korumak, güçsüzlere yardım etmek, kötülüğe karşı iyiliği savunmak, yaşam felsefemdir. Ancak hukuksal konularda çok deneyimsiz, vicdanlı olduğum için bunları yaşamak zorunda kaldım. Semra hanım yaşamını beni de, kızımı da, yakınlarımı da mutsuz etmeye adamıştır.
—————————————————————————————————–
11 Aralık 2015 ten sonraki davalarla ilgili gelişmeler:
Semra Şahin şikayetlerine, davalarına devam etti. Avukatı Bilal Koyuncu’nun çocuğumu kaçırdığım gerekçesiyle yaptıkları şikayete önce hem Bergama savcılığı tarafından sonra da Nevşehir savcılığı tarafından takipsizlik verildikten sonra Avukatı Bilal Koyuncu’nun buna itirazı üzerine Nevşehir savcısı Noyan Çelik bu konuda iddianame hazırladı. Bunun sonrasında hakkımda Nevşehir 3 Asliye Ceza mahkemesi kendi soyadımı taşıyan, büyüttüğüm çocuğumu kaçırdığım gerekçesiyle dava açtı. Haklı olduğumu düşündüğümden hafife aldığım bu davanın son duruşmasına gidiyordum. Pegasus havayollarıyla Sabiha Gökçen’den Kayseri’ye giderken kendisiyle avukatı Bilal Koyuncu 3 ya da 4 sıra önümdeydiler. Bir ara avukatıyla sarmaş dolaş olduklarını gördüm. Bir arkadaşım düzgün bir yaşamı olmadığını kanıtlayabildiğimde çocuğumun velayetini alabileceğimi söylemişti. Böyle bir fırsatı başka nerede bulacaktım? Yerimden kalkıp cep telefonumla onların sarmaş dolaş haldeki fotoğraflarını çektim. Sonra da yerime geçip oturdum. Uçak yere inmeden Semra ile sevgilisi uçağın inişinde polise haber verilmesini istediler. Uçaktan inerken havaalanı polisi bizi bekliyordu. Hakkımda özel yaşamlarının gizliliğini açığa vurduğum gerekçesiyle şikayette bulundular. Polisler Kayseri karakolunda kendilerinin ifadesinden sonra benim de uzun süre ifademi aldıklarından Nevşehir’deki çocuk kaçırma duruşmasını kaçırmak üzereydim. İfade bittiğinde koşa koşa bir taksi bulup doğru Nevşehir’deki duruşmaya gittim. Duruşmaya son anda yetiştim. Bu duruşma’da yargıç Ramazan Baltacı’ya biraz önce uçakta sarmaş dolaş olduklarını, annenin avukatıyla birlikte yaşadığını söyledim. Yargıç üzerinde bile durmadı. Karşı taraf bu davada çocuğumu Avukat sevgilisiyle çapraz sorguya almış, yapılan baskı sonrası kızım da Kapadokya’daki yürüyüşümüz sırasında uçurum gibi bir yerden düştüğünü, babasının onu doktora götürmediğini söylemiş. İstanbul’da aldıkları bu ifadede bir pedagogun bile imzası olmadığından o dönem avukatlarım olan Ünlütürk’ler buna itiraz etmişler. (15) Bu bir işe yaramadığı gibi bir de orada Semra yargıca kızımı almaya gittiğimde eve girdiğimi, eşyalarını karıştırdığımı söyledi. Yargıç Ramazan Baltacı Türkçe’yi Güney Doğu şivesiyle konuşan, Şemdinli’den Nevşehir’e tayin edilmiş bir yargıçtı. Kendisi bana “eve girdin mi” diye sordu… Devletin yargıcına yalan söylemek ne haddime! Kızımın kapıyı açtığını onu beklerken eve girdiğimi söyledim. Sonra da evde ne yaptığımı soran yargıca evde annemin evinden getirdiğim çeşmi bülbülleri gördüğümü, buzdolabını açtığımı buzlukta et gördüğümü söyledim. Bunun üzerine Semra Şahin’le sevgilisi Avukatı Bilal Koyuncu gülüşmeye başladılar. “Evet” dedim “benimle birlikteyken o da vejeteryandı et yemezdi.” Bu beyanımdan sonra yargıç hükmün açıklanmasının geri bırakılmasıyla hakkımda 5 ay hapis cezası verdi. Bunun anlamı ilerdeki 5 yıl içinde başka bir suç işlemediğim taktirde bu hapis cezası kaldırılıyor, sicile de işlemiyor oluyormuş. Şaşkınlığım yerini kızgınlığa bıraktı. 10 yıl sırtımda büyüttüğüm kızımı kaçırma suçunu kabul etmediğimi söyledim. Bu da yetmiyormuş gibi yargıç bir de konut dokunulmazlığından hakkımda ayrı bir suç duyrusunda bulunulmasına karar verdi. Duruşma bitmişti. Artık tek şansım kararın bir üst mahkeme olan Nevşehir Ağır Ceza’da bozulmasıydı. An yazıkki ki Nevşehir’deki temyize bakan üst mahkeme de bunu onayladı. Artık Türkiye’deki adalet sistemini anlamaya başlıyordum.
Pegasus uçağında fotoğraflarını çektiğimle ilgili yaptıkları şikayetle ilgili verdikleri beyanda, avukatın evli olduğu yazıyordu. Daha sonra bu adamla ilgili internetteki aramalarım sonrası kendisinin Konya’nın Cumra nüfusuna kayıtlı, evli, çocukları olan bir kişi olduğunu gördüm. Savcıya durumu açıkladım. Kızımın ellerinde olduğunu, kızımı göstermediklerini açıkladım. Savcı Çetin Cesur düzgün bir kişiydi. Yalnız o da işinin yoğunluğu nedeniyle olacak önce beni dinlemedi. Ta ki ben daha sonra velayet davasında Semra’nın tanıklığını yapacak Avukat Ömer Öztürk’ün önerdiği Avanos’ta oturan avukat Emine Tokmak’a vekalet verip onunla birlikte kendisine 3 cü kez gidene dek. Emine hanım benim adıma içeri girdi. Savcı benim içeri girmeme izin vermemişti yalnız kapıdan kendisine “Ben de Atatürk’ün savcısının torunuyum, yazıyı lütfen okuyun” dedim. Bunun üzerine yazdığım yazıyı dikkatle okuduğunu, okurken benim haklı olduğum anlamında başını salladığını gördüm. Daha sonra el konularak içeriklerinin kopyası alınan telefonlarımı Kayseri emniyetinden aldım. Bana bir de telefonlarımın içeriğinin diske kayıtlı kopyası verildi. Telefonumun içinde bilgilerin emniyet müdürlüğünün de eline geçmiş olması nedeniyle bütün şifrelerimi değiştirmek zorunda kaldım. Bununla ilgili uzunca bir süre sonra 4 cü kez savcılığa gittim, savcıyı bir kez daha gördüm. O konuya bakan savcının başka yere tayini çıktığı halde, Çetin bey sonraki savcıya olaydan bahsetmiş olacak yeni gelen savcı buna takipsizlik verdi. (16)
Bundan başka yine Semra’nın uyuşturucu, ağrı kesici haplar kullandığıyla ilgili yazımdan ötürü Semra suç duyrusunda bulunduysa da bu kabul edilmedi. (17)
Aradan çok uzun bir süre geçtikten sonra çocuğumu kaçırdığım iftirasıyla ilgili iddianame hazırlayan savcı Noyan Çelik’in Fetö’den tutuklandığını, yargıç Ramazan Baltacı’nın da meslekten ihrac edildiğini öğrendim. (18) Şu an halen bu davadan çıkan konut dokunulmazlığı suçlamasıyla İstanbul Anadolu 18 Asliye Ceza mahkemesinde yargıç Evrim Ekinci tarafından yargılanmaktayım. (19)
Bununla ilgili bazı ek bilgileri de eskiden Semra’nın yanında çalıştığı avukat Uğur Kemikli verdi. Uğur Kemikli’yle beni Semra tanıştırmıştı. Kendisi ile ortağı Avukat Fazlı Koç Semra’ya ortaklık önerisinde bulunmuşlar kendisini bir süre yanlarında çalıştırıp bir kaç ay sonra işten çıkarmışlardı. Uğur bey Semra’nın karakterini sonradan gördüğünü, Semra’nın düşündükleri gibi çalışkan olmadığını, başarılamayan işler sonrası Semra’nın sürekli bahaneler uydurduğunu söyledi. Kendisini bir kaç ay içinde tanıdıktan sonra onunla ilgili düşüncelerini değiştirmiş olduğunu gözlemlediğim bu avukat, Semra’nın bu davada kendisinin tanıdığı baro başkanı Necmi Öncül’ün yardımıyla arkamdan bir takım kulisler çevirerek benim bu cezayı almamı sağladığını söyledi, ancak elinde bununla ilgili bir kanıt olmadığı gibi ifade de veremeyceğini söyledi. Ancak bununla ilgili hakkımda açılan davanın iddianamesini hazırlayan savcı Noyan Çelik’in Fetö’den tutuklanmış olması, kararı veren yargıç Ramazan Baltacı’nın da meslekten ihrac edilmiş olması nedeniyle istersem bir arkadaşı aracılığıyla yargılamanın yenilenmesi davası açmamda yardımcı olabileceğini söyledi. Bu davanın dışında yine aynı savcı Noyan Çelik’in iddianamesiyle hakkımda açılan Semra’nın domuz yağı ile saç büyüsü yazışmalarının Semra’nın özel yaşamının ihlali olarak değerlendirilmesi davasına da yargıç Ramazan Baltacı bakıyordu. Ancak Ramazan Baltacı’nın Fetö’den mesleğinden ihrac edilişi sonrası başka bir yargıç davayı ele aldı. Yeni yargıç bu davada şahsıma beraat kararı verdi. Yalnız karşı tarafa benim avukatımın vekalet ücretini yüklemedi. Karşı taraf bunu temyiz etti. Bu dosya şu an halen Ankara’da temyizdedir. (20)
Bu arada ben 2016 yılında Estonya uyruklu Marielle Çerkeş’le ile evlendim. Ondan 2017 yılının Nisan ayında oğlum Yaşar Çerkeş doğdu. Nafaka davasının duruşmasında eşim de yanımdaydı.
Yıllarca bütün ısrarlarına rağmen evlenmediğim her fırsatta beni ne denli sevdiğini söyleyen Semra’nın, benim başkasıyla evlenip, ondan çocuğumun olmasıyla nasıl bir ruh haline girdiğini pek bilemiyorum. Nefret ya da kıskançlık duyguları bir dereceye kadar anlaşılabilirse de bu kadarını anlamakta güçlük çekiyorum. Duruşmada yargıçlar hakkımda hapis cezaları verdiğinde Semra’nın bu yargıçlara teşekkür ederken, yaptığı işten gurur duyduğunu hatta belki sarhoş olduğunu düşündüm. 15 yıla yakın süre kendisinin kursağına yemek koyan, çocuğunun doğumuna izin veren, çocuğunu okutan, avukat olmasına yardım eden, kendisinin kredi kartı borçlarını kapatarak onu sefaletten hatta belki de hapisten kurtaran, yıllarca çocuğunu okutan, hala da verdiği nafakalarla onun geçimini sağlayan, eskiden taptığını söylediği bir kişinin hapse attırılması onun için büyük bir başarıydı belli ki. Bir kişi hangi ruh halinde olmalıdır ki böyle bir durumdan gurur duysun? Yaşam boyunca duyulan bir eziklik midir bu? Belki birini hapse attırabilmek, o kişinin kendinin ne denli önemli olduğununu düşünerek eziklik duygusunu yenmesini sağlar. Bilemiyorum. Tek bildiğim bunu bir saatlik görüşme sonrasında 4 yıl psikoloji okumuş çiçeği burnunda dindar görülen, bilimden çok duygusal davrandığını düşündüğüm kapalı bir psikoloğun Semra’yı ya da çocuğu analiz edebilmesinin son derece güç olduğudur. Anne babadan ya da çevreden ya da okuldan düzgün bir ahlaki eğitim alınmadığında kişi, okullarda diğer konularda ne kadar iyi eğitim alırsa alsın, yaşamdaki evrensel değerleri kavrayamayıp, belli bir amacı olmadan toplumun işleyişinde işte böyle tıkanıklıklar yaratabilmektedir. Japonya’da ilk öğretim okullarında en önemli eğitim ahlaki eğitimdir.
Benim durumumda ülkenin en iyi okullarında okuma şansı olmuş, üretken bir kişiyi amacı yalnızca kıskançlık duygularıyla intikam almak isteyen bir kadın yıllardır uğraştırmakta bunu da ülkemizin olanaklarını polisini, savcısını, yargıcını, postacısını kullanarak sağlayabilmektedir.
Burada iş kaybı nedeniyle ülke kimbilir ne kadar döviz kaybına uğramıştır? Doğa ya da toplum adına herhangi bir olumlu iş başaramamış yaşamda doğruyla eğriyi ayırt edemeyen bir kadın, avukat sevgilisinin yardımıyla kendisinin ne büyük işler başarabildiğini görmüş, büyük olasılıkla göğsü kabarmıştır. Toplumda giyimi kuşamı yerinde normal görünümlü bir kişi aslında normal olmayabilir. O nedenle, giyim kuşamla kişilerin kısa sürede değerlendirilmesi çok doğru bir tutum sayılamaz. Bunları bilmesi gereken, devleti temsil eden savcılar ile yargıçlardır. Bir yargıç dosyayı iyice okuyup anlamadan ne olursa olsun bir ceza vermemelidir. Yargıçların önlerine yığılı yüzlerce dosyanın içeriğini okumaları güç olduğunun bilincindeyim. O nedenle bilirkişi raporu karar aşamasında yeterli görülmekte, rapor sonrası, dosyadaki diğer dökümanları incelemeye gerek görmemektedirler. Ancak raporu veren bilirkişinin raporu ne derece sağlıklı olduğu çok tartışma götürür. Benim örneğimde inançlı olduğu her halinden anlaşılan çift başörtü takmış bir psikolog hanım burada inançları doğrultusunda manipüle edilerek kolayca kandırılmıştır.
İstanbul 2 ci Aile Mahkemesi yargıcı Müberra Tülü aylık 1250 lira nafakaya hükmetti. Yatan nafakalar avukat sevgilinin hesabına yatmakta anne Semra nafakanın kendi hesabına yatırmam için noterden gönderdiğimiz ihtar türü yazıya rağmen kendisinin hesabına yatırılmasını istememektedir. Avukat Bilal Koyuncu Fetö’cü Koza altın firmasında 2 ay kayyumluk yapmış bir avukattır. Kendisi öğrendiğime göre daha sonra çocuk teslimi için benimle gelen icra memuru Ataman bey, Bilal Koyuncu’nun olduğu yere icra için gittiğini onun başka bir avukatla birlikte (o avukat ta belki Semra) batık bir elektrik şirketinde çalıştığını söyledi. Ataman bey bunlar orada “birilerini tokatlıyorlar” ya da “şirketin içini boşaltıyorlar” dedi, sonra da benden duyduğunu söyleme diye ekledi. Yalnız bu avukat anladığım kadarıyla artık Kozyatağı’ndaki ofisten ayrılmış, kızımın annesiyle birlikte oturduğu evi avukatlık bürosu olarak kullanmaya başlamıştır.
İstanbul Anadolu Adliyesi 39 Asliye Ceza davasında görülen çocuğumu görmek için eve uğrayıp zili çaldığımdan huzur bozduğum gerekçesiyle açılan davadan da beraat ettim. Ancak bu davalardaki benim avukatıma karşı tarafın ödemesini beklediğim vekalet ücretleri karşı tarafa değil kamu tarafından karşılanacağı hükme bağlandığından karşı tarafın bundan da parasal kaybı olmadı. (21)
Kızımı almak için açtığım velayet davasında Semra benimle birlikteyken edindiği manipüle edebileceği bazı kişilere tanıklık yaptırdı. Ne yazıkki benim de arkadaşım sandığım bu kişiler doğruları eğrileyerek tanıklıklar yaptılar. Burada da arkadaş diye yaşamıma giren kişilerden nasıl kötülük gelebileceğini bir kez daha gördüm. Hatta Levent Özkıran’a davalar başladıktan sonra birkaç gün sonra aleyhime tanıklık yapacağından habersiz uğrayıp kızımın annesiyle ilgili gerçekleri anlatmıştım. Bir kaç gün sonra bu arkadaş anlattıklarımdan anlamlar çıkararak gidip aleyhime tanıklık yapmış. Bu arkadaşa ortağı olduğu Şıra otelde yasak içki bulundurmaktan hakkında dava açılmıştı. Bu dava sırasında sık sık Semra’dan hukuki bilgi almak üzere geliyorlardı. O da bilgisi olmadığı konularda doğruymuş gibi bir konuyu yalan yanlış hızlıca anlatır o konuyla ilgili bilgisi olmayan karşı tarafı işin uzmanı olduğuna inandırırdı. Durum böyle olunca anladığım benim yerime Semra’ya yardım etmek onlar için daha avantajlı geldi. Daha sonra gerek telefonla gerek karşılaştığımda yüzlerine yaptıklarının doğru olmadığını ifade ettim. Aynı şekilde diğer tanık avukat Ömer Öztürk ile Necmi Öncül’e de düşüncelerimi ifade ettim. Ömer Öztürk’le bir sonraki karşılaşmamda uzattığı elini ellerimi arkama atarak sıkmadım. Neden böyle bir tanıklık yaptığını sorduğumda “Ne yapayım abi beni tanık yazdırmış” diyordu. Ancak bu tanıklıktan sonra beni onunla tanıştıran Ömer Öztürk olduğu için avukat Emine Tokmak’ı vekaletten azlettim. Emine Tokmak’ı azlettikten sonra kendisi anlaşmamıza göre ödemenin kalanını da ödemem gerektiği konusunda gözdağı verdi. Kendisini görüp ödeme yapacağımı söyledim. Nitekim sonra bir gün Kapadokya’dan dönerken kendisini aradım işi tatlıya bağlamak için. Ancak işi olduğundan görüşemedik. Durum öyle kaldı. Sanırım 5 saat kadar çalışması bana yaklaşık 2 bin liraya mal olmuştu. Kendisine durumu açıkladım. Sanırım anlayışla karşıladı ki bir daha beni aramadı. Diğer tanık Necmi Öncül de Semra’nın bir zamanlar yanında staj yaptığı bir meslektaşıydı. Kendisi Semra’ya söz verdiği staj süresindeki birkaç aylık çalışması karşılığında yaklaşık 300 lirayı kendisine vermemişti. Onun için belki de onun yararına tanıklık ederek günah çıkardı. Aslında o paranın da benim cebimden çıkmış olduğunu düşünmediğini kendisine açıkladım. Üstelik bilmeden “yılda bir kez gelir birkaç gün kalır Yeni Zelanda’ya dönerdi” sözlerinin doğru olmadığını bunun pasaport kayıtlarımda da görülebileceğini söyledim. Kendisi buna rağmen içinin rahat olduğunu söyledi. Diğer tanık Arzu Karman’sa Atatürk’çü olduğu halde beni tanımıyordu. Yalnızca ayaküstü bir kaç kez görmüştüm onu. Kocası Bazaar 54 te tezgahtarken bir kez gezdirdiğim turistlere servis vermişti. Ona telefon açıp eşinden tanıklık yapmasını isteyebileceğini söylediğimde bu konulara kendilerinin karışmayacağı sözünü verdiyse de eşi Arzu hanım gidip ifade vermiştir. (22) Burada şunu düşünüyorum. Bir kişinin iki kişinin arasındaki durumu bilmediği halde bir konuda ifade vermesi gerçekten büyük yanlıştır. Ancak bir de Levent Özkıran gibi içeriği bildiği halde ufacık bir çıkar için bir de tanıklık yapanlar vardır ki onlar gerçekten suç işlemektedirler.
Semra ile birlikte yaşadığı sevgilisi korunmaya muhtaç kadın görünümüyle sürekli koruma kararı yeniletmekteler. Kadını koruma yasasına göre bir kadın şikayet yapar yapmaz mahkeme sorgulama yapmadan erkeğin o eve 100 metreden fazla yaklaşmasına, kadını telefonla aramasının yasaklanmasına, kadını rencide edici sözler söylememesine karar vermektedir. Bir kez bunu temyiz ettiğim halde bir işe yaramamıştı. (23) Semra ben Estonya’da olduğum halde bıkıp usanmadan büyük bir azimle her defasında bu kararı yeniletmiş. Hatta bir şikayetinde kendisine verilen testteki “size çeşitli eşyalar fırlatırmıydı?” ile “sizin boğazınızı sıkarmıydı?” sorularını “evet” tiki koymuştur. Bu durumda kendisinin benimle ilgili iftira ettiği açıktır. Atatürk’ün savcısı olan dedem babama “Erkeğin kötüsü kadını döver” demiştir. Biz aileden görmedik. Ancak dilin kemiği yoktur.
Bir hafta sonu kızımı icra kanalıyla yanıma aldığımda kızıma kendisinin velayetini almaya çabaladığımı ancak elimde geçerli bir kanıt olmadığından bunun çok güç göründüğünü anlattım. O an kızım o gün yanında getirdiği elindeki tablette bazı yazışmalar gördüğünü ancak kendisinin bunlara bakmaya utandığını söyledi. Bir göz attığımda Semra’nın aynı anda 3 değişik erkekle birlikte olduğunu anladım. Bunu o sırada avukatım olan Burcu Öztoprak Alsulu ile ortağı kocasına gösterdim. Kızımın bir an önce yaşadığı bu kirli ortamdan çıkarılması için yargıçla görüşmelerini istedim. Kabul etmediler. Bunun üzerine bu yazışmaları kendim yargıca vermek için yargıca gittim. Yargıcın en azından bunları kendisinin bilgi sahibi olması için okumasını istedim. (24) Çünkü annesinden korkan kızıma bu konuda söz vermiştim. Ancak 21 Aile mahkemesi yargıcı Necmi Arslan bunu davalı taraftan gizleyemeyeceğini, dosyaya konmadan incelemesinin de söz konusu olmadığını söyledi. O noktada bu bilgileri duruşma günü yargıca sunarak o gün velayetin değiştirilmesini sağlayabileceğimi böylece kızımın bana annesinden habersiz bu gizli bilgileri vermesinden ötürü annesi tarafından cezalandırılmasının önüne geçebileceğimi düşündüm. Duruşma günü geldiğinde bunları yargıca elden verdiysem de yargıcın bezgin bir halde bunları güçlükle alıp söylenerek dosyaya koydu. Anlaşılan bunlar bile çocuğumu almak için yeterli olmayacaktı. Semra duruşmaya sevgilisi Bilal Koyuncu’nun yanında eskiden kendine aşık olduğunu söylediği hukuk fakültesinden arkadaşı sonradan avukat olan Refik Güçlü’yü de getirmekteydi. Bu duruşmaya ayrıca dışardan gözlemciler sokarak belki de yargıcın kendilerinden çekinmesini sağlamayı başardılar. İlk psikolog görüşmemde Eren Dedekli’yle çok olumlu olduğunu düşündüğüm dostça bir görüşme yapmıştım. Ancak kendisinin beyanı çocuğun anne yanında kalmasında sakınca olmadığı yönünde olmuştu. Daha sonraki duruşma için Estonya’dan geldim. Duruşma öncesi çocuğumla görüşmeme izin verilen hafta sonu idi. Koruma kararı sürekli yeniletildiğinden, ilk gittiğimde icra müdürlüğünün sağladığı aracın içinde beklediğim halde eve 100 metreden çok yaklaştığım gerekçesiyle Semra polis çağırdığından, yine sokak başında icra memurlarının çocuğu getirmesini bekledim. Ancak bu kez elleri boş döndüler. (25) Kızım güya o hafta ödevleri olduğu gerekçesiyle daha sonra gideceğini beyan etmiş. İcra memuru bir bize bir de annesine bakıyordu ancak zorla alıp getiremedik dediler. Hemen sonraki gün duruşmada kızım dinlenecekti. Beni görüp kendisinin arkasında olduğumu bilsin istiyordum. Duruşma günü kızımı annesiyle birlikte yaşadığı erkek arkadaşı olan avukatı Bilal Koyuncu adliyeye getirdiler. Kızım yüzüme dahi bakamıyordu. Velayet davasını kazanma şansımı arttırmak için davalarla pek ilgilenmediği için eski tanıdığım Ali Yaşar Ünlütürk’ten davayı almış, yargıç Necmi Arslan’ın facebook profilini incelemiş arkadaşı olduğunu gördüğüm avukat Burcu ile kocası Burcu Öztoprak’ı 5,000 lira peşin ödeme yaparak avukat olarak tutmuştum. Duruşma salonuna girdiğimde kendisine el salladım. Benimle hiç göz teması kuramadı. Bir süre sonra yargıç anne ile baba salondan çıksınlar dedi. Anne Semra Şahin’e yol verdim salondan önce kendisi çıktı. Duruşma sırasındaki çantamın içinde kayıtta bıraktığım cep telefonumla duruşma salonundaki ses kayıtlarını aldım. Bunu dinlediğimde yargıcın kızıma önce derslerini sorduğunu sonra babasının kendisinin vekaletini almak için dava açtığını söyledikten sonra annesinde mi yoksa babasında mı kalmak istediği soruldu. Kızım burada annesini de babasını da sevdiğini söyledi. Ancak kimde kalması konusunda bir tereddüt geçirdikten sonra annesinde kalmak istediğini söyledi. Burada birlikte yaşadığı avukat dostu Bilal Koyuncu’nun belki de gözdağı veren bakışları vardı. Duruşmada ben yokken anladığım oydu ki Birgen’in yanıt vermekte gecikmesi, tereddütü mahkeme salonunda bulunanları etkilemiş anneyle ilgili olumsuz düşünceye sevketmişti. Çünkü beyanlarda avukatım olan Burcu hanım “görünen köy kılavuz istemez” şeklinde beyan vermiş, arkasından Bilal Koyuncu çocuğun velayetinin kendilerinden alınacağını düşünerek küçük bir kıza bakarak velayetin değiştirilemeyeceği şeklinde beyan vermiş. Bu duruşmada hazır bulunan kızın annede kalması yönünde rapor veren Psikolog Eren Dedekli çocuğun baskı altında olduğu izlenimi oluştuğu yönünde rapor verince. Heyet raporu istendi. Duruşma salonuna geri döndüğümde yargıca benim de söyleyeceğim olduğunu avukatım aracılığıyla yargıç Necmi Arslan’a ilettim. Söz aldığımda annenin oradaki avukatıyla birlikte toplamda 3 kişiyle aynı anda birlikte olduğunu söyledim. Bunun üzerine yargıç Necmi Arslan beni tersledi. Yanımdaki avukatın arkadaşı olduğunu düşündüğümden şaşırdım. Yargıçtan güç alan Bilal Koyuncu burada bana “terbiyesiz” sözünü etti. Mahkeme yöntemlerini pek bilmediğimden kendimi tuttum. Büyük bir haksızlık olduğu ortadaydı ama anlaşılan iffet değil iffetsizlik burada daha değerliydi. Konuşması dinlendikten sonra salondan çıkarılan Birgen duruşma sonrası kaybolmuştu. Bir koşuşturma başladı. Avukatım olan Burcu Öztoprak çocuğun kaybolmasını hiç önemsemeyerek oradan çekti gitti. O noktada kendisiyle ilgili olumlu görüşüm olumsuza döndü. Yargıcın üzerinde de olumlu etkisi olmadığını düşünerek ona işi vermekle yanlış yaptığımı düşündüm. Semra’yla sevgilisi kamera kayıtlarını inceleyelim dediler. Ben de mahkeme salonunun yargıcın odasına açılan koridoruna girdim. Birgen oradaydı. Kendisiyle uzunca bir süre görüştüm. Bu arada dışarıdakiler Birgen’i aramaya devam ediyorlardı. Beni aramasını söyledim. Telefon parası olmayacağını düşünerek kendisine para da verdim. Daha sonra mahkeme kalemine girdik. Anımsadığım orada çalışanlar sanırım içeride olduğumuzu anneye haber verdiler. Annesiyle sevgilisi avukat içeri girdiğinde artık Birgen’i onlar alacaktı. Kızımı kucaklayarak elveda ettim. Bu kalemde çalışanları sonradan etkilemiş olacak ki çok sonraları bir gün yine kaleme girdiğimde oradaki kızla, katip dosyayı incelediklerini beni haklı gördüklerini söylemişlerdi. Daha sonra da velayet anneye bırakılınca nasıl bırakıldığına akıl erdiremeğini söylemişti o kız.
Heyet raporu için belirlenen gün Estonya’dan gelerek heyetle görüşmeye girdim. Heyetteki psikolog Betül Dursun yukarıda sözünü ettiğim çift başörtülü bir bayandı. Heyetteki diğer kişi pedagog Sibel Eslek ile Sosyal hizmet uzmanı Ogün Özgür Mert idi. Kendilerine durumu çok net olarak açıkladım. Mahkeme dosyasında da gördükleri gibi kızımın annesinin birbirlerini bildikleri halde anneyle ortak birlikteğini sürdüren 3 erkek olduğunu, raporu yazarken bunu değerlendirmelerini kızımın ergenlik çağına girdiğini ellerini vicdanlarına koymalarını rica ettim. Heyeti iyice ikna ettiğimi, sonucun iyi olacağını düşünerek toplantı odasından sevinç içinde çıktım. Ne varki daha sonra kızla annesini dinleyen heyet ne yazıkki rapora kızımın olası cinsel istismarına vurgu yapmamış ancak annesinin heyetteki başörtülü bayana kendisinin namaz kıldığını benim de kızıma “Bak annen ne kadar aptal bir kadın namaz kılıyor” dediğimi söylemiştir. Anlaşılan bu raporda psiko”loji”‘nin bilim anlamına gelen “logos” bölümü bir yana bırakılmış “inanç’la” karar verilmiştir. Bilge bir kişi “inanmak bilmek demek değildir” der. Sonuç olarak rapor kızın annenin yanında kalmasında sakınca olmadığı yönünde verilmiştir. Bunun sonrasında annenin kendisinin ateist olduğunu 2 dakika boyunca söylediği ses kaydını hem psikologlara hem de mahkemeye sunduysam da bundan bir sonuç çıkmamıştır. (26) Heyet üyelerine, psikolog Eren Dedekli’ye, taahütlü olarak gönderdiğim postalarda verdikleri notların üzerine büyük harflerle notlarımı düşüncelerimi belirtmiş, Semra’nın ateistliğiyle ilgili ses kaydını da sd card’lara ses dosyası olarak yüklemiştim. Ogün Özgür Mert ile Eren Dedekli’ye gönderdiğim postalar açılmadan geri döndüler. Ancak Betül Dursun ile Sibel Eslek’e gönderdiklerim geri dönmedi. Kendilerinin yazıları okumuş olduklarını, bunlardan en azından bir deneyim elde etmiş olduklarını umuyorum. Ayrıca bu ses kaydını mahkemeye de sunduğum halde rapor sonrası karar velayetin annede bırakılması yönünde çıkmıştır.
1 Ağustos 2017 de mahkemece ilk duruşma sırasında verilen şahsi ilişki kapsamında çocuğumu 15 günlüğüne yanıma aldım. Aldıktan sonra doğru birlikte kızımın büyüdüğü Nevşehir’deki Uçhisar kasabasındaki evimize gittik. Bir kaç gün içinde kızımın kendine güveni geldi. Bana evdeki durumuyla ilgili bilgiler vermeye başladı. Kendisinden bana söylediklerini aynen bir kağıda yazmasını istedim. (27) Daha sonra önce psikolog’lardan daha uzun eğitim alan (6 yıl) ilaç yazma yetkisi olan konusunda yetkili bir psikiyatriste götürdüm.
Psikiyatrist doktor çocukla ilgili gözlem altında olmasının yararlı olacağını bildiren bir rapor yazdı. (28) Daha sonra aynı gün Nevşehir savcılığına giderek durumu savcı Tevfik Arslan’a anlattık. Savcı bizi polis şubeye yönlendirerek avukat Merve Dilekçe ve Rehber Öğretmen Türker Ok’un da olduğu bir ortamda video kaydı yapılarak iki polis memuru tarafından sorgulandı. 4 kişilik heyetin karşısında stres içinde olan şansız kızıma “özel bölgelerini elleyip ellemedikleri” şeklinde sorular geldi. Bir ara avukat Bilal Koyuncu’nun kendisine bir takım sözler söylediğiyle ilgili bir söz söylediğini söylediğinde memurun “ne söyledi” sorusu üzerine yeniden düşünen kızım bunu “hatırlamıyorum” yanıtıyla sansürleyerek geçiştirdi. Bu sorgulama video kaydıyla yapılmıştı. Bunu daha sonra izlediğimde bunun aslında üzerinde durulması gerekli asıl önemli konu olduğunu düşünüyorum. Burada aslında o sorgulamada hazır bulunan Sosyal Hizmet Uzmanı Türker Ok’un, ya da Avukat Merve Dilekçe’nin sorgulamaya müdahelesi gerekirdi.
Baba olarak burada ben de ifade verdim. İfademin yanına da kanıt olarak kızımın tabletinden çektiğim annenin eş zamanlı 3 erkekle ilişkisinin kanıtı olan yazışmaları koydum. (29) ki bu Nevşehir savcılığının verdiği yetkisizlik kararı sonrası, İstanbul Anadolu adliyesine gelmiş, Ali Ceylan adlı savcıda henüz inceleme aşamasındadır. Ancak bu henüz sonuçlanmamışken karşı taraf bununla ilgili koruma kararını ihlal ettiğim gerekçesiyle yalan beyanlarla en az iki şikayet yaptı. Bu şikayetlerden biri dava haline geldi ve duruşma salonunda bir kez daha gerçeği söylediğim için yargıç 5 gün zorlama hapsine karar verdi. (30) Oysa kararı veren 7 ci Aile mahkemesi yargıcı, Keskin Karakurt’la dava açıldıktan sonra bir akşam üstü kendisini makamında görüp endişemi dile getirdiğimde bana “endişe etme” demişti. İlk duruşma yargıcın öğrendiğim kadarıyla pekçok yargıçla birlikte Akdeniz’de gittiği bir toplantı ya da sempozyum nedeniyle ileri bir tarihe atıldı. O duruşmaya geldiğimde Semra’yla sevgilisi avukatın duruşma salonunda başbaşa yanak yanağa birbirleriyle beni hapsettirmek için geldiklerini gördüm. Bir sonraki duruşma aylar sonrasına atıldı. Bu arada bununla ilgili daha önce Estonya’ya dönmeden 25/12/2017 günü Nevşehir’de bir yargıç Nagehan Şahin’in huzurunda çok güzel bir ifade de vermiştim. Hatta yargıç hanım ilk bölümünü kendisi yazdırdığı duruşmada durumu anladıktan sonra katibe ifademin kalan bölümünü benim yazdırabileceğimi söyleyerek dışarı çıktı. Ancak önemli olduğunu düşündüğüm için İstanbul’daki duruşmaya da katılmak istedim. 29 Mart 2018 deki duruşma salonunun önüne geldiğimde avukatım Kadir Arslan henüz gelmemişti. O gün 3 dakika gecikmeyle geldi. Neyse ki duruşma geç başlayacaktı. Semra ile sevgilisi avukat duruşma salonuna doğru gelirken ben bankta oturuyordum. Bilal’in bana bakarken mırıldanarak bana sövdüğünü algısına kapıldım. Oralarda yanımda belki durmak istemediklerinden belki de yargıçla göz aşinalığı yaratmak için daha önce yaptıkları gibi duruşma salonuna önceden girdiler. Duruşma başladığında Semra’nın sevgilisi avukat “müvekkilim” diye başladığında konuşmasına müdahele etme gereği duydum. Çünkü yargıç bu arada önündeki içinde bütün kanıtlarını sunduğum kalın dosyayı karıştırıyor belki bir dakika içinde karar vermesi gerekiyordu. O an “müvekkili değil sevgilisi” diyerek müdahele ettim. Semra söz alır almaz önceki duruşmalarda yaptığı gibi kendisinin de avukat olduğunu benim kendisini uğraştırdığımı, örneğin o gün aslında Konya’da bir duruşmada olması gerektiğini söyledi. Belki de Konya’lı avukat sevgilisi Konya’daki davalarını ona takip ettiriyordu. Pekiyi annenin bu şehir dışı seyahatleri sırasında kızım kimle kalıyordu? Şahsıma açılan söz konusu davanın ana nedeni olan kızımın da ifadesinde annesinin bazen bir haftaya kadar şehir dışı seyahatlere gittiği kızım tarafından belirtilimişti. Yargıca annenin 49 yaşında olduğu halde aynı anda birbirinden haberli 3 sevgilisi olduğunu söylediğimde yargıç bunun beni ilgilendirmediğini söyledi. Ben de bunun beni de ilgilendirmediğini ancak o evde 13 yaşında ergenlik çağına giren bir kızın yaşadığını söyledim. Bu arada avukatım Kadir Arslan sürekli otur otur diye ısrarla kolumdan beni sandalyeye oturmak için aşağı çekiyordu. Bense oturun demediği için yargıca saygısızlık etmek istemediğimden oturmak istemiyordum. O nedenle de belki biraz sinirli davranmış göründüm. Yargıç hangi hareketim kendine sevimsiz geldiyse bilmiyorum, 3 gün yerine 5 gün hapis cezasını verdiğini, bir daha gelirsem 10 ya da 15 gün hapis vereceğini söyledi. Semra yargıca “teşekkür ederim” dedi. Ben “Ne güzel ya!” dediğimi anımsıyorum. Belki biraz sinirli görünmüş olacağım Semra’yla sevgilisi önümden yürüyerek çıkmaya çekindiler. Yargıç onlara arka kapıdan çıkabileceklerini işaret etti. Karar sonrası akşam üzeri yargıcın odasına girip yanlışlık olduğunu açıklamak istedim. Ortada büyük bir haksızlık vardı. Odasına girdiğimde kendisi penceresine gelen güvercinleri besliyordu. Demekki iyi kalpli bir adamdı. Durumu bir üst mahkemenin yargıcından düzeltebileceğini düşünüyordum. Yalnız artık akşam olmuştu. Artık adliye kapanıyordu. Verdiği sözü anımsayıp anımamadığımı sorduğumda anımsadığını söyledi ancak bu konuda ısrar etmememi söyledi. Adliye kapanırken daha önce bir kaç orada gördüğüm orada bildiğim kadarıyla mahkum olarak görev yapan adamla birlikte adliyeden çıktık. Metro girişine doğru yürüyorduk. Adama burada şahsıma nasıl büyük bir haksızlık yapıldığını açıklamaya çalışıyordum. O ara kararı veren yargıcın biraz önümüzde yürüdüğünü fark ettim. Adam benim katibe derdimi anlatmaya çalıştığımı gördü. Anadolu adliyesinin Metro girişinin merdivenlerine doğru yürüyen yargıçla biran gözgöze geldim. Ortada komik bir durum varmış gibi adam alaycı bir biçimde bize gülümsedi. Bu yargıcın Facebook profilinde Ulusal Kanal, Vatan partisi destekçisi olduğuna ilişkin bir kanıya vardım. Çünkü Ulusal Kanal spikeri Gülgün Feyman’la röportaj yapmış olduğunu ayrıca hükümete yönelik bazı eleştirileri olduğunu okudum. Ben de eski adı İşçi partisi olan bu partinin başkanı Doğu Perinçek’in Silivri’de bir zindana atılmasının haksızlık olduğunu düşündüğümden Silivri’deki gösterilerde bulunmuş, hatta Atatürk ilkelerine en sıkı İşçi partisinin bağlı olduğunu düşündüğümden Nevşehir’de İşçi partisinin üyesiydim. Bu yargıçla yeniden görüşmem haksızlığı anlatmam gerekiyordu. En azından gerekçeli kararı yazarken biraz benim yararıma yazması, belki de bir üst mahkemenin yargıcından rica ederek düzeltmesini istemek için bir daha yanına gittim. Kendisinin profiline baktığımı beyefendi bir adam olduğunu düşündüğümü söyledim. Karşı tarafın haksızlıklarını anlatmaya çalıştım. Durumu elimden geldiğince anlatmaya çalıştıysam da adam beni terslemeye başladı. Sonunda karşı tarafın Fetö’den yardım aldığını her davayı kazandıklarını bu işlerin içinde bir yeniği olduğunu düşündüğümü söylediğimde bana şimdi yeni bir suç işlemenin arefesinde olduğumu isterse savcılığa hakkımda suç duyrusunda bulunabileceği gözdağını verdi. Bunun üzerine kendisiyle görüşmenin artık bir yarar sağlamayacağını tek şansımın bu karara son onayı verecek 8 ci Aile mahkemesi olduğunu anladım. Sonraki günlerde bütün ağırlığımı 8 ci Aile mahkemesine gidecek dosyadaki 5 günlük hapis kararımın kaldırılması için harcamaya başladım.
Nevşehir’e gittiğimde arasıra dilekçe yazdırdığım adliyenin karşısındaki dilekçeciye derdimi anlattım. O da bana bu konuda avukat Ekrem Sezen’in yardımcı olabileceğini söyledi. Ona gittim. Adam 70 yaşlarında Atatürkçü düşünce derneği başkanı aslen Kastamonu’lu bir avukattı. Adam güçlükle nefes alıyor görünüyordu. Önemli sağlık problemleri olduğu belliydi. Kendisine ilk gittiğimde para almadı. Ofisin durumundan maddi olarak sıkıntıda olduğu anlaşılıyordu. Yine de dosyalar derli topluydu. İlk görüşmemde para vermek istediysem de paramı almak istemedi. İkinci kez gelmemi istedi. Semra’yı tanıyordu. Yaptıklarını anlattığımda şaşırdığını gözlemledim. İkinci görüşmede bana yine bilgi verdi. Ancak 150 – 200 lira kadar istediği halde kendisine 300 lira verdim. İlerde başka bir işe sayması gerektiğini belki dilekçe için söyledim. Ekonomik durumum iyi olsaydı 1000 lira verirdim diye de ekledim. Nitekim sonradan bana geç te olsa 8 ci Aile mahkemesine hitaben bir dilekçe yazdı. Verdiğim parayı fazlasıyla hakettiğini düşünüyordum. Ancak sonradan 50 lira bilgisayarcıya verdiğini bunu benim ödemem gerektiğini söyledi. Sonra da dilekçeyi verip vermediğimi sordu. Ben de dilekçeyle ilgili kendi avukatımla da görüşmem gerektiğini söyledim. Bununla ilgili ayrıca başka bir avukattan da onay bekliyordum. Ona telefonda kendisine daha çok bilgi veremeyeceğimi Nevşehir’e geldiğimde durumu açıklayacağımı anlattığımda benden 300 lira daha istedi. Şaşırdım. Vermezsem beni icraya vereceği gözdağını verdi. Ben de isterse verebileceğini söyledim. Telefonu yüzüme kapattı.
Neyse ki 8 ci Aile mahkemesi yargıcı sayın Şükran Ocak, uzun çabalar sonucu yazılan itiraz sonrası Keskin Karakurt’un yanlışını düzelterek şahsıma büyük bir haksızlıkla verilen 5 günlük disiplin cezasını kaldırmış. Bu noktada adalet olmadığından iyice soğumaya başladığım ülkeme hala Atatürk’çü kaliteli yargıçların olduğunu düşünerek yeniden ısındığımı hissettim.
Bu arada Semra’nın hakkımda açılan iştirak nafakası davası tek sabit gelirim emekli maaşım olduğu, işlerimin son yıllardaki terör olaylarından etkilendiği beyanıma rağmen 1250 lira olarak belirlenmişti. Bu dosya istinaf mahkemesindeyken yaptığım evlilik sonrası oğlum Yaşar Çerkeş doğmuştu. Yeni nafaka tutarı belirlenirken bakmakla sorumlu olduğum kişilere annem dışında eşim ile yeni doğan oğlumun da eklendiğini o nedenle de nafakanın düşürülmesi gerektiğini 2 Aile mahkemesi kanalıyla istinaf mahkemesinde olan dosyaya gönderdim. Ancak istinaf karşı tarafın isteği doğrultusunda ödemem gereken nafaka’nın artırılması kararını verdi. Bakmam gereken kişilerin arttığı konusunun dikkatlerinden kaçmış olacağını düşünerek, Uyap vatandaş üzerinden karar düzeltme dilekçesi gönderdim ancak bu dilekçeyi gönderdiğim için tarafıma 270 lira ceza geldi. Bunun sonrasında 2 ci Aile mahkemesine dönen dava duruşması her nasılsa bir ay önceye çekildi. Mahkemeler böyle duruşmaları sanki öne almaya çok meraklıydı. Bu davada yargıç Müberra Tülü nafakayı aylık ödediğim 1250 liradan 2400 liraya çıkardığı gibi bir de dava tarihinden itibaren bu paranın ödenmesini hükme bağladı. Ayrıca ikinci bir gerekçeli karar da yazarak daha önce ödemiş olduğum vekalet ücretini sanki hiç ödenmemiş gibi 3456 lira olarak belirledi. Aylık 1150 lira fark 30 ay boyunca ödenecekti. Buna faizler, vekalet ücreti, icra ücretleri gibi tutarlar da eklendi. Bunun sonrası nafaka arttırıldıktan sonra icra dairesi yeni bir yanlışla toplu ödemem gereken nafakayı 85 bin liraya çıkarttı. (30) Daha önce de icra kanalıyla ödediğim nafakada 24 icra dairesi yanlışlıklar yaptığından bunu ikinci kez ödemek istemediğimden karşı taraf banka hesaplarıma, annemin kullandığı 2001 model Golf ile eskiden turist gezdirmek için kullandığım 2006 model Vw minibüsüme mahrumiyet getirmişlerdi. Bu yanlışlığı düzeltmek için 6 cı icra’da yeniden dava açmıştım. Bu gerçekte ödemem gerekenin çok üstünde bir tutar olduğundan kendi hesaplarının da birbirlerini tutmadığını icra müdürlüğüne bildirdim. 24 icra müdürlüğü şefi en sevmediği işin nafaka işi olduğunu memurlarla görüşmem gerektiğini söyledi. Hem hesap yanlış olduğundan, farklı tutarlarda çıkarılan dosya hesaplarından hangisini ödeyeceğim belli olmadığından ödeme yapmadan önce hem bilirkişi raporu isteğinde bulundum, hem de icra mahkemesinde dava açtım. Karşı taraf bu arada bütün taşınmazlarımın üzerine haciz getirdi. Ödemem gereken yüklü tutarı toparlayabilmek için satmam gereken taşınmazlarımı da satamadığım için oldukça sıkıntılı bir süreç başlamış oldu.
Uyap’a girdiğimde 24 cü icra md. lüğü dosyamda işlem yapılacağından 8 ci icra mahkemesine gönderilen dosyayı geri istediğini yazmış. Bilirkişi Avukat Gültekin Sevim borcumu 21/05/2018 de 40,967.77 lira olarak hesaplamış. Bu durumda nafaka borcunu ödemelimiyim? Anladığım kadarıyla karşı tarafa tebligat yapıldıktan sonra itiraz süresi içinde itiraz etmezlerse bu bilirkişi raporu kesinleşiyor sanırım. Bu arada 24 icra müdürlüğündeki dosyam 8 icra hukuk mahkemesine gönderilmiş. Dosya’da bir işlem yapılması için 24 icra dosyayı geri istemiş. Ne işlemi yapmak istedikleri belirsiz. Bu işlemin ne olduğunu öğrenmemiz gerek.
Bu arada hakkımda konut dokunulmazlığında açılan davanın ilk duruşması yapılmıştır.
Bundan daha sorunlu gördüğüm başka bir konu karşı tarafın Ocak 2018 ile 3 Mayıs 2018 de yaptığı iftira özel yaşamın gizliliğini ihlal şikayetleridir. İlk şikayetle ilgili Ali Sarısoy adlı savcıya gittim. Kendisi yeni yerinde görevine yeni başladığını söyledi. Dosyalara bilgisayarda kısaca bir göz attıktan sonra endişe edilecek bir durum olmadığını söyledi. Ancak deneyimlerime göre yine de endişelenecek durum görmekteyim. Çünkü hakkımda açılacak herhangi bir dava sonrası ceza almam daha önceki HAGB ‘yla aldığım 5 aylık hapis cezasını tetikleyerek bunun yeni verilen cezayla birlikte hapis yatmama neden olacaktır. Daha önce yapılan şikayetler sonrası açılan davalar hatta aynı dava sırasında bulunulan suç duyrusuyla oluşan konut dokunulmazlığı suçunun da bunu tetiklememesi gerekir. Ancak öğrendiğime göre bu yeni şikayet sonrası yeni ceza almam hapis cezasını tetikliyebilir.
2 Haziran 2018 Cumartesi günü Saat 10:20 sularında kızım aradı. “Baba gelecekmisin?” annesinin arattığı belliydi. Arka planda anne konuşmasına müdahale ediyordu. Karşıda işim olduğundan akşam gidebileceğimi söyledim. Belki de annesi icra ceza mahkemesinde dava açmamdan çekindiği için bunu yaptı. Akşama doğru annesiyle oturduğu evden 100 metreden uzağında olan Carrefoursa diye bir dükkan vardı oradan alacağımı söyledim. Karşıya geçip hacizli Golf arabayı aldım. Trafik yoğundu o yüzden gecikeceğimi söylemek için yeniden aradığımda telefona annesi çıktı. Seni Carrefoursa’nın önünde bekliyor dedi. Anladım deyip oraya gittim. Geldiğimde orada bekliyordu. 20 dk. kadar geciktiğim halde. Onu aldım o akşam adaya götürmeye karar verdim. Onun için değişiklik olur diye. Ne varki Kartal’dan ada teknelerinin kalktığı yere vardığımızda son tekne 6 dk. önce kalkmış. Onun üzerine yorulana kadar gezdik. Sonra da Birgen’in annesiyle yaşadığı Tuzla’da bir otelde kalmamın daha iyi olabileceğini düşündüm. Hilton otelinin yalnızca oda fiyatı 200 tl idi. Diğerlerinde biraz yüksekti belki de oranın daha iyi olabileceğini düşündüm. Annesinin ne denli kötü niyetli olabileceğini bildiğinden çeşitli olası iftiralara karşı iki ayrı yataklı bir oda aldım. Otele gelirken Birgen arabada uyuyakalmıştı. Benim de uykum gelmişti. Ertesi gün Pazar’dı. Erken saatlerde İstanbul’da trafik olmazdı. Onu İstanbul’u tanıyabilmesi için arabayla Marmara kıyısından geze geze karşıya götürdüm. Boğaz köprüsünden karşıya geçtik. Sonra Sarayburnu, Eski İstanbul Yarımadası, çevresinde surların yanındaki yollardan surları izleyerek Yedikule’ye sonra da Edirnekapı’daki Kariye Müzesi ile Blackernai sarayını arabadan görüp Pierre Loti’ye gittik. Orada Birgen’in acıktığını düşündüm. Ona menemen ısmarladım. Birgen’le kardeşini Messenger’dan görüştürdüm. Sonra Levent’teki simit evinde biraz da Ankara simidi yedik. Oradan Sadberk hanım müzesine götürdüm. Bir saat kadar orada ona orayı anlattım. Anadolu’da yaşayan eski uygarlıkları, paleolithic, mesolithic, neolithic, chalcolithic dönemlerle ilgili ona bilgiler verdim. Daha sonra Sarıyer’den Pendik’e geldik. Converse ayakkabı istediğini anladım. Oradan ona yeni sezon olduğu için fiyatları minimum 2 katı da olsa bir çift converse ayakkabı aldım. Eve gidene kadar ayakkabılarına baktı. Belli ki beğenmişti. Kızım bana evde onunla yaşamaya devam eden Bilal Koyuncu hakkında tek söz söylemiyor, evle ilgili hiç bir bilgi vermiyordu. Ben de üzerinde durmadım. Doğal olarak çekiniyordu. Eve gittiğinde annesinin kendi adına açtığı bir hesaba birikmiş nafakayı yatırmamın onlar için daha iyi olacağını, Bilal Koyuncu parayı aldığı taktirde belki onlara onu vermeyeceğini, belki temyize gönderilen nafaka kararının bozularak azaltılacağını o noktada paranın geri ödemesinin söz konusu olabileceğini annesine söylemesini istedim. Ayrıca beni aramasını istedim. 6 Haziran günü okul servisinden bana sms gönderdi. İsterse okuluna öğle tenefüsünde gelip onunla dışarda görüşebileceğimizi söylediysem de dışarı çıkmasının yasak olduğunu yazdı. Birgen’le annesinin izniyle yeniden bağlantıya geçmiş oldum.
Daha sonra 11. 11. 2018 gününe kadar olan gelişmeler anahatlarıyla
Semra ile sevgilisi 14 cü icrada yeni bir takip açarak yeni bir avukatlık ücreti 660 tl gibi bir para ile 300 tl gibi bir para daha ödeme borcu daha çıkmasına yol açtılar. Burda bir yanlışlık olduğunu yeni bulduğum avukatım İncila hanıma söylediysem de isterlerse açabilirler dedi. Karşı taraf 14 icra md. lüğünün bu takibine dayalı olarak 24 cü icra müdürlüğünün dosyasının yanında bir icra ceza davası daha açtı. Daha sonra yaptığım araştırma sonrası bunun yanlış olduğunu düşündüm. Çünkü 24 İcra Müdürlüğünde açtıkları ilk takipte devam eden ayların nafakalarını da o müdürlüğün yapmasını istediklerine ait yazıyı buldum. Bu yeni icra takibinin yapılmasının yasal olmadığını gösterirmiş. Dava açarsam kazanırmışım. Bunun üzerine 7 İcra Hukuk Mahkemesinde dava açtım. 14 İcra Müdürlüğüne bir ayrıca bir yazı yazarak bu takibin yasal olmadığını bildirdim. Onlar da bunu kabul ettilerse de 24 İcra Müdürlüğü bunu kabul etmedi. Bu arada avukatım İncila hanım kendisinin bu konuyu atladığını itiraf etti.
Daha sonra Semra İle Sevgilisi 24 cü icra’ya 1500 lira yatırarak minibüsüme yakalama çıkarttılar. Bu arada Semra icra’ya sanki göstermelik kendi hesap numarasını vermiş görünüyorsa da Avukatına verdiği vekalette kendisine bütün hesaplarının kontrolünü vermiş olduğu görünüyor. Ayrıca bu vekalette avukatın da yeni adresinin kızımın annesiyle birlikte olduğu ev olduğu görünüyor.
1 Ağustos 2018 de 15 günlüğüne kızımı icra kanalıyla almaya gittim. İcra memuru Eda hanımla sosyal hizmet uzmanı soyadı Simek olan adamla birlikte ATGV aracıyla Tuzla’ya geldik. Herzamanki gibi eve yaklaşmama kararı nedeniyle Semra’nın ilk geldiğimde yaptığı gibi polis çağırma olasılığı nedeniyle sokak başında indim. Görevliler yaklaşık 40 dakika dönmediler. Döndüklerinde çocuk yanlarında olmadığı gibi bir de ellerinde annenin doldurttuğu görülen 3 sayfa haciz tutanağı vardı. Çocuğun gelmek istemediğini ve tutanağı imzalamamı istediler. Tutanağa baktığımda kızımın gelmek istemediği beyanını okudum bunun yanında sosyal hizmet uzmanı Simek adlı kişinin çocuğun baskı altında olmadığı raporunu gördüm. Çocuğun baskı altında olmadığını nasıl anladığını sordum? Benim de 3 sayfa tutanak yazdırmak istediğimi söyledim. Bana sinirlendikleri halde kabul etmiş göründüler. Ancak yarım sayfa tutanak yazdıktan sonra İcra memuru Eda hanım kendisinin avukat olmasına ben yardım ettim dediğimde bunun konuyla ilgisi olmadığını artık yazmayacağını belirterek rapora son verdi ben de imzalamadım. İcra memuru her nedense bana çok sinirlenmiş benden şikayetçi olacağı gözdağını verdi. Aslında şikayetçi olması gereken bendim. Belli ki anne her nasılsa evde bulundukları süre içinde bunların ağzından girip burnundan çıkmış istediği şekilde rapor tutturmuştu. Bu raporu daha sonra Bölge Adliye Mahkemesinde İstinafta olan velayet dosyasına ek olarak sunmuş kendisi. Oysa bu son gidişimle resmi icra kanalıyla çocuğumu alamayışım toplamda 6 ya çıkmış oluyordu. Bu olaydan sonra yapmam gereken en doğru hareketin İcra Ceza davası açmak olduğunu düşünerek 3 ay sürem bitmeden önceki son gün İcra Ceza davası açtım Nevşehir adliyesinden.
Bunun dışındaki diğer önemli gelişme ise kızımın Cinsel İstismar dosyasının sonucunda Savcı Ali Ceylan takipsizlik verdiği gibi bir de iftira suçundan suç duyrusu yapılacağını yazmış. Bu suç duyrusu sonucu bir ceza daha alarak hapis cezası alma olasılığım bir daha ortaya çıktı. Sonunda bana normal bir avukatın yardım edemeyeceğini düşündüğüm için eskiden Şirince’de konakladığım otelden tanıdığım Rize’li İsmet Hamzaoğlu’nun önerisiyle Ankara’da Cumhurbaşkanı’nın hukukçusu olduğunu söylediği Rize’li Hüseyin Kaya’ya gittim. Kendisi bana bu takipsizliğe itiraz edeceğini ancak böyle kızımın velayetinin alınabileceğini söyledi. Kendisine vekalet verdim. Daha sonra İstanbul’a geçerek Hüseyin bey’in istediği takipsizlik kararı dosyasını buldum ve kendisine Yurtiçi kargoyla gönderdim. Ancak defalarca bağlantı kurmaya çalıştığım halde kendisine bir daha ulaşma olanağı bulamadım. O itiraz yazmayınca kendi yazdığım itirazı onun vekaletinin örneğini sunarak mahkemeye sundum ama o itiraz da kabul edilmedi. O noktada halen savcı Ali Ceylan’ın hakkımda iftiradan açılması gereken soruşturmayla dava açılıp açılmayacağını kararını beklemekteyim.
Bu arada hakkımda açılmış olan konut dokunulmazlığı davasından beraat ettikten sonra karşı taraf bunu istinaf mahkemesine götürdü ancak istinaf kararı onadı. Böylece bir pislik daha temizlenmiş oldu. Şu an ödediğim nafakanın düşürülmesi için açtığım dava devam ediyor. Avukatım Muhlis bey davalarımla şu ana kadar en ciddi en çok ilgilenen avukat oldu. Nafaka azaltılmadı. 3100 tl ye çıkarıldı. İstinaf onayladı. Anayasa mahkemesine başvurdum. Sonuç: Yaşamda acımanın, vicdanlı olmanın bile bir dengesi olmalıymış.
Türkiye’deki şu anki yargılama sistemi konusundaki düşüncem: Gerek savcılar gerek yargıçlar önlerinde yığılan dosyaları yeterince inceleyemiyor. Kararlar yargıçlardan çok yeterince uzmanlaşamamış, deneyimsiz bilirkişilerin yanlış raporları ile belirlenebiliyor. Yargı çalışanları sıklıkla yanıltılmaya çalışıldığından kişilere inanmakta güçlük çekiyorlar. Kalın dosyaları da yeterince inceleme olanağı bulamadıklarından duruşma sırasında daha çok iki tarafın beyanları doğrultusunda, belki de şüpheci taraflarını biraz fazla çalıştırarak karar vermek zorunda kalıyorlar. Savcıların dosyaları yeterince inceleyebilmesi, mahkemelerden daha doğru kararların çıkabilmesi için yargı çalışanlarının önlerindeki dosya sayılarının azaltılması gerekmektedir. Bunun için belli bir derecede hukuk eğitimi almış uzmanlar, gelen şikayetleri bir ön incelemeyle değerlendirmeli, gereksiz görülen dosyalar savcıya gitmeden dosyaların arasından çıkarılmalıdır. Böylelikle dava sayısı azalacak, hem savcıların hem de yargıçların yükü hafifleyecek yargılamalar daha doğru, daha çabuk yapılabilecektir.
Facebook’ta Marielle’yle Yaşu’nun resimlerini paylaşımım sonrası Birgen beni aradı. Birkaç kez Tuzla’da görüştük. Tam olarak nasıl bir yaşam sürdüğüyle ilgili soru sormuyorum. Serbest bıraktım. Ne anlatırsa. İster arar ister aramaz kendisine kalmış. Bazen bir mesaj atıyor yanıt veriyorum. Yanıt bazen geliyor bazen gelmiyor. O evde tam olarak ne olduğu belirsiz. Zayıflamış, İngilizce’yi bayağı öğrenmiş ama bir çok konu tam bir soru işareti.
Şimdiki durumumun analizi… Marielle’yle olan durum. İlk başlarda turda karnı acıkınca anlam veremediğim sinirlenmeler… Belarus’tan Evgeny’le uzun süre Skype’la görüştüğüm için kendini kaybetmesi, Uçhisar’dan Göreme Açık Hava Müzesine giderken kendi sorunlarımı çok anlattığımı artık bunları duymak istemediğini söylemesi, Uçhisar’da aşağı koyaklarda ağaç dikerken düşen teli bulmaya çalıştığımda yağmur başladığı için bağırması, Bergama’ya gitmeden önce Uçhisar’ı derleyip toparlarken hiç nedensiz krize girip krize girmesi, neymiş bu konularda kendi kontrolü yokmuş, Sanırım minibüsün port bagajıydı doğru dürüst kaldırmaması, Türkiye’ye geldiğinde önceden randevulaştığı Can adındaki Türk arkadaşını ekip bana yönlenmesi, Hamileyken Estonya’da kızıyla birlikte bir gün arkasına bakmadan gitmesi elimi bırakması, Raua sokağındaki evde bana soğuk davranışları emirleri, çay bardağını mobilya üzerine koyduğumda yaptığı uyarılar öyle ki aynı Kanadalı Danielle Martineau’nun yaptığı ve evinden gitmeme neden olacak kadar önemli bir yanlış, o noktada dışarıda bir otelde kalmayı düşünmem, Bir başka defa şu benim evimde diye başlayıp onun istediklerini yapmak zorunda olduğumu vurgulaması oysa ki Türkiye’ye geldiği gibi kendisine maddi olarak bakmanın ötesinde yardımlarda bulundum. İlk geldiğinde küçük kızının eğitim borcunu kapatsın diye ona 5 bin Euro vermiştim. Daha sonra da on binlerce Euro vermiştim. Evdeki kafeste kalan o zavallı Ginepigleri öldüğünde kızı el sürmedi ben alıp götürüp Pritta taraflarında bir yere gömdüm hayvanı. Hamileliğinin son dönemlerinde Viimsi’de kiraladığım evi onarmaya çalışırken kendi adına aldığım arabanın kasnak kayışı koptuktan sonra bıraktığımız tamirci bunun için 350 Euro kadar para isteyince daha ucuz bir yer bulamazmıyız dediğimde kendini kaybedecek kadar sinirlenmesi. Ki artık durumda bu durumda bir anormallik olduğunu düşündüm. Kızlarının kaldığım evde bana kaba davranışları hele küçük kızını kedi maması almak istemediğim için kedimizi senin öldürmene izin vermeyeceğiz gibi bir laf etmesi. Süpermarketten et almak istemediğim için yine aynı kızın senin için kötü gibi bir laf etmesi. Aynı kızın Viimsi’de ev kiraladığımda burayı beğenmediği için bana davranışı. Hiç bir ticari atılıma sıcak bakmadığı gibi kendi adına kurduğum firmayı da işletememesi, Hatta web sitesi bile yapacağına söz verdiği halde yapmaması. Nedeniyse pazarlama yapmayı sevmediği olduğunu söylemesi. Kullanmayı bildiği wordpress’le sitelerimi yenilerken benden daha iyi bildiği konularda bilgisayarın ekranına sert dokunuşları. Çok daha kötüsü kendisine armağan ettiğim saat kolunda benim paramla piyano dersleri alırken öğrenmeniyle karşılıklı gülüşmeleri görünce kendisinden şüphe duyuşum. Onun sonucu Yaşu’ya üç ayrı… Ben Semra’nın davalarıyla boğuşup hapis cezaları alırken onun benden aldığı parayla Viimsi’de güzel yaşarken video görüşmelerinden birinde düştüğüm güç durumu anlatırken bana soğuk davranışı, küçük kızının da Estonya’da bulunduğumuz yıllarda odasından çıkıp kendisiyle ancak eve girişte ve çıkışta ancak bir selama vermesi birlikte yaşamalarının anlamsızlığını gösterdiyse de benden yaklaşık bir yıl daha kendisine oğlumdan uzak olduğum halde Estonya’da bakmamı rica etmesi. Bir gün bütün ailesi İstanbul’da Kartal’daki evde kalırken anne ya da babasının kaldığımız odanın tuvaletini kullanmak istemeleri nedeniyle onlara verdiği tepki. Sonunda arabasıyla Türkiye’ye yola çıkmamız yolda bir gün polis benzin istasyonunda evrak istediğinde arabayı ben sürüyordum de dediğinde onu bile dememesi. Nevşehir’de bir gün arabada bir kriz geçirdiğimde hastaneye gidiyorum dediğimde gelme konusunda hiç oralı olmayışı ama sonradan gelişi, Uçhisar’da ağaç dikmeye giderken dizimi incittiğimde hiç oralı olmayışı, Ben gece geç saatlere kadar içeride ağrılar içinde mutfağın mermerlerini dizerken kendisinin sevdiği yiyeceklerle bilgisayarda eğlence halinde olması, Salgın sırasında bütün gün bilgisayarda film izlemesi çocuğa bakmak için bile kalkmaması, çocuk ilgisizlik yüzünden tuvaletini bir türlü lazımlığa yapamaması, Estonya’ya gittiğimizde annesiyle ev bakmaya gittiğimizde annesinin hiç durmadan dakikalarca arabada bana karşı ileri geri konuşmaları, “sana buradan bir yer aldırmayacağız blody yabancı”, ailesinden hiç birinin arabamı Tallinn’de evlerinin önüne park edebileceğimi teklif etmemesi, babasının arabayı beklemeden hemen nakit verenlere değerinin yaklaşık yarısına vermenin doğru olacağını söylemesi, sonra daha önce söz verdiği halde arabayı Güney’e götürmekten vazgeçmesi, kardeşinin bizi yeni aldığı daireye davet etmesi oraya gelen 18 yaşını çoktan geçtiği halde ayda hala 100 Euro gönderdiğim küçük kızının içeri girdiğinde herkesle selamlaşıp bana selam vermemesi, aynı gün abisinin bana tuvaletin sifonunun çekilmesi gerektiği ve kapağının kapatılması gerektiğini söylemesi üzerine bir otele gitmeye karar vermem, Marielle’nin buna engel olmak istemesi ama kabul etmemem, kendinin de benimle gelmesini ya da en azından Yaşar’ı bana vermesini istediğim halde bunu yapmaması. Gece yarısı Tallinn’de sokakta pili bitmek üzere bir telefonla dışarıda kalışım. Marielle’nin telefonunu bile her zaman yaptığı gibi kapatması bu kocam nerede ne yapacak şimdi diye sokakta diye en küçük bir düşünce aklından geçmediğine işaret. Sonrasında Yaşar’ı bırakmak istemediğim için gittiğim otelden mesaj atmam. Ben mesaj atmasam, çekip Türkiye’ye dönsem oralı bile olmayacak belki. Araba satıldığında annesine 250 Euro vermeyi zaten kabul etmiştim. Yaklaşık bir ay sonra annesi parasını gönderdi. Burada Marielle’ye 500 Euro verdim. Sonradan onu da elektrik faturası yüksek geldiği için annesine göndermiş. Oysa ki ne kendisi ne ben para kazanıyoruz. Abisi neden vermemiş bilmiyorum. Sormadım gerek de yok. Burada belki hepsinden önemlisi daha Yaşu bebekken Marielle’nin kızdığında bir kaç kez Yaşu’ya çok sert biçimde, tutup yatağa üstüne çarpma gibi. Bir kez de al bu çocuğu deyip Uçhisar’daki evde ben dışarden elimde yaralı kumruyla girerken çocuğu üzerime atmaya kalkması. Anlatılmaz yaşanır.
İyi yanlarıysa kavgacı olmaması, tartışma olursa susması, İngilizce’sinin iyi olması. Ki artık bu taraflarıyla avunuyorum. En azından rahatsız etmiyor, arkamdan bilgisayarımı telefonumu filan karıştırma gibi huylar görmedim.

21. 05. 2024
2019 yılında pandemi dönemi öncesi Marielle, oğlum ve ben 2016 yılı sonunda Estonya’dayken Marielle adına aldığım Audi A6 ile Türkiye’ye geldik. Uçhisar’da yaşamaya başladık. 2019 yılı sonlarında Çin’de pandemi başladı. O arada uzak doğuda maske bulunmadığı için Gina’nın Japonya’da bir havaalanında çalışan akrabası bir kıza makse gönderdim. Daha sonra maske göndermek de yasaklandı. Sonra bir kış günü Akdeniz’e indik. Niğde Gümüşler manastırı, sonrası Mersin’e, sonra Kanlıdivane, Alanya üzerinden Antalya’ya vardık. Antalya’da bir akşam Remzi’yi ziyaret ettiğimde kendisi Çin’de pandemi nedeniyle insanları fırınlarda canlı canlı yakmaya götürdüklerini düşündüğünü söylediğinde bu işin ciddiyetini biraz daha anladım. 2020 de pandemi sırasında Uçhisar’da mağara odalara kapandık. Alışverişleri Migros’tan yapıp evden nadiren vadilerde yürüyüş için çıktık. 2020 yazında 5 yıllık silah ruhsatını yenilemeye hastaneye gitmeye mecbur kaldığımda Covid 19 için ayrı bir bölüm bile açıldığının farkına vardım. Bu süre içinde internetten çokça alışverişler yaptım. Restorasyon için gerekli araç gereçler aldım. Bir çok onarımlar yaptım. Eski bir kapıyı yeniledim. Argos’un kötü yaptığı duvarını güzelce yol vererek restore ettim, alttaki telefon prizi kutusunu değiştirdim. Avluyu bazalt taşlarla kapladım. Bir ara kapıdan geçen birisi Uçhisar’da 6 ya da 7 kişinin salgın nedeniyle öldüğünü söyleyince avlunun kaplaması bittiğinde tası tarağı toplayıp Kuzey Ege’de 2024 te aldığım yazlık eve taşındık. Isıtma sorununu halledebilmek için eve radyatör döşedim, bir ısı pompası aldım. Daha sonra buradaki Yörük köyünde yaşamaya başladık. 2022 sonunda oğlum Yaşar’ın adına buradan 26.700 m2 bir arazi aldım. Biga Kazmalı’daki 6200 m2 araziyle, 1500 küsür m2 lik evi çok ucuza sattım. Öyle ki bunları alan emlakçı, ki kız arkadaşının üzerine satın aldı sanırım. Bu emlakçı benden Koşuyolu’ndaki 5000 m2 araziyi alan aynı emlakçıydı. Bunları ucuza sattığımı emlakçının bir süre sonra benden aldığı fiyatın 4 katına bu 2 yeri de satışa çıkarmış olduğunu gördüm. 2023 e kadar tek tük turlar yaptım. Annem 2023 Nisan ayında ben Güney Afrika’lı bir aileyle turdayken düşüp bir omurgasını kırdı. Onun iyi olması için çok çabaladım. Ona hem koltuk hem 90 derece dik konuma gelen yatak aldım.
Birgen’i 18 yaşına girmesine 6 ay kadar kala son olarak gördüğümde Ayasofya’ya götürdüm. Yanımda çok yakın görünüyordu. Hatta Marmaray’da Başak istasyonunda inerken ağladğını da gördüm. Ama bana bir mail adresi vermedi. 18 yaşına girmeye 2 ay kala annesi nafaka artırma davası açtı. 18 yaşına girdiği gün de kendisinden vekaletname almış. Avukat Bilal Koyuncu, Refik Güçlü, Nurgül Çanakçı ve annesi adına vekalet vermiş. Hemen sonrasında eğitiminin devam edeceğini yazılarak nafakaların 18 yaşından sonra devamı için dava açıldı. 18 yaşına girdiğinde kendisinin aramasını bekledim aramayınca 2 gün gecikmeyle kutladım. Ama mesaj yanlışlıkla annesine gitmiş. O da telefonları değiştirmiş olmalarından kaynaklanmış sanırım. “Ulya’nın yaşgünü 4 Haziran’da” diye yanıt gelince anladım. Sonrasında kendisine yazdığımda karşımda son görüştüğümüzden bütünüyle farklı bir kız çıktı.
Yazışmaların kopyası:
06. 06. 2023
Yeni yaşın kutlu olsun Birgen’cim…
Teşekkür ederim Baba
Birgen’cim hangisi senin telefonun bilemedim. Telefon numaran değişmiş diye yazıyor Whatsapp’ta.
Mesaj şöyle çıktı. Birgen changed their phone number to a new number. Tap to message or add the new number.
Ben de o numaraya mesaj attım. Ama oradan sanırım annen mesaj atmış Birgen’in yaş günü 4 Haziran’da diye… Yoksa onun numarasına mı yazdım yanlışlıkla bilemedim.
Okul bitiyor mu? Neden hiç yazmadın. Artık serbest. Gel biraz da benimle kal artık. Kısıtlamalar kalktı artık.
08. 06. 2023
Birgen sen ne yaptın yaa. Sen benim düşmanlarıma beni hapse atmaları için vekalet verdin para için. Beni ara.
Senden ne esirgedim şimdiye kadar. Kendimden çok seni düşünecek bir baba olduğumu bilmiyormusun?
İnsan 3 kuruş için babasını satar mı ya .. Ne yaptığının farkında mısın? Ara beni.
Baba yazamadım seneye üniversite sınavına gireceğim için kurslarım yoğun bir şekilde başladı yurt dışı eğitim için. Baba ben yazdım en son sana sonra telefonları değiştik annemle sim kartında sorun oldu o nedenle telefonum da yoktu. Evet anneme mesaj atmışsın annem söyledi. Baba sen bana hiç bir şey yapmadın ki, bak benim annem yıllardır bana bakıyo her masrafımı karışılıyor bende istedim ki seninde bir katkın olsun falan ama gerçekten hiç bir katkın olmadı bana yıllarca annem baktı, ve hiç bir zaman bir kısıtlama olmadı ben sana kaç kere söyledim dedim konuşmuyoruz falan gidip ben aradım hatta ben aramasam şuan bile konuşmuyor olurduk sana kalsaydı eğer. Ben sana kaç kere söyledim hiç bir zaman gelmedin üstüne diyorsun ki ben senden ne esirgedim ya bişey esirgediğin için değil sorun zaten esirgiyeceğin kadar konuştuğumuzu da düşünmüyorum baba ve sen ona rağmen diyorsun ki insan 3 kuruş için babasını satar mı bu nası bir konuşma baba yani insan asıl kendi kızına böyle bi şey söyler mi. Daha bu yıl bile sadece b kere buluştuk ondan sonra b daha gelmedin, doğum günümü bile annem söylemiş baba sana yani üstüne senin bana dediğin lafa bak. Yazmışsın ki bide benim düşmanlarıma hapse atmaları için vekâlet verdin . Hapisle alakası bile yok olayın sen üstüne olayı buna getiriyosun ve bana diyosun ki insan 3 kuruş için babasını satar mı. Şuana kadar ben demesem sen beni gelip görmeye bile gelmiycektin baba ya üstüne diyosun ki ben senden ne esirgedim sanki ben senden ne zaman bişey istedim baba her şeyi geçtim. Ya bide diyorsun ki kısıtlamalar kalktı artık kısıtlama yoktu zaten ben sana kaç kere söyledim ama hiç bir zaman sen beni arayıp demedin gidelim yani olduysa bi kaç kez o da seneler sonra . Neyse baba sen nasıl düşünüyosan öyle düşün ama durum böyle yani

Çok yanlış düşünüyorsun kızım. Kısıtlamalar olmasa istediğimiz gibi görüşebilirdik. Benim seninle mahkemece izin verilen günlerin dışında görüşmem yasaklanmıştı. Sen diyordun ki annem izin veriyor. Ama annen beni senden uzak tutmak için defalarca koruma kararı çıkarttı. Defalarca şikayet etti, davalar açıldı. Çocuk kaçırmadan hagb’yle 5 ay hapis cezası aldım. Babaannen bile seni evinde misafir ettiği için çocuk kaçırmaya yataklık etmekten karakila ifade vermeye gitti. O hasta halinde. Bir daha ceza aldığımda hapse girecek durumdaydım. Annenin 39 u buldu şikayeti davası. Seni günlerce okul kapılarında bekledim. Görebilmek için. Artık büyüdüğün için sana artık sen beni aramalısın demiştim. Ama aramıyorsun. Hapisle alakası yokmu. Annen hapse girmem için ne davalar açtı biliyormusun?
Annen zana bakıyor ama yıllarca benden nafaka parası alındı zorla. 2015 yılında açılan nafaka davası sonunda aylık 2.400 tl nafaka bağlanmıştı.
2015 yılında 1 Euro 2.3 tl idi. Ayda bin euro nafaka demektir bu da.
Maaşımı 2 katından fazlası sana gidiyordu. Nafaka zorla alınan bir para. Ödeyemediğinde hapis cezası var.
Ödenen paradan bayağı bir böĺümü de devlet tarafından kesiliyor. Örneğin son aylarda gönderdiğim 3.500 liradan annenin eline 3100 küsür, diğer yandan maaşımdan yapılan 1363 lira kesintiden annenin eline 1274 lira geçiyor.
Annenin seni benden uzak tutmaya çalışmaları sonunda netice vermiş ki seni böyle düşüncelere sevk etmiş. Benimle ilgili yanlış kanaatler geliştirmişsin. Ben seni sevmesem seni almak için o kadar uğraşırmıydım.
Türkiye’de ortak velayet olmadığı için bazen çocuklar babalarından mahrum kalıyor. Bunlara neden olan bizim bozuk yasalarımız. Ben seni görmek istediğim için neden bir çocuk kaçırıcısı oluyorum ve ceza alayım? Sana bu mantıklı geliyor mu?
Bundan sonra tüm görüşmeler avukat üzerinden yürütülecektir..
Sonra sen 10 yaşına girene kadar hem sana hem annene ben baktım. Evden ayrılırken de annenden seni istedim ama vermek istemeyince evi sebinle oturması için annene bırakıp çıkıp gittim. Evin elektrik, su vs. Giderlerini ödemeye devam ediyordum. Aynı zamanda annene haftalık olarak da para gönderiyordum. Annen nedense orada oturmayıp sonradan İstanbul’a geldi. Hatta ilk geldiğinde taşınmasına bile yardım ettim. Hatırlarmısın bilmem. Hatta o zamanlar maddi durumum şimdiki gibi kötü değildi. Annene babasından miras kalmıştı. Seni düşündüğüm için kirada oturmasın diye elindeki paraya ben de para ekleyip kendisine İstanbul’dan daire almayı teklif etmiştim. Ama annen zorbalık yolunu seçti.
Bundan sonra tüm görüşmeler avukat üzerinden yürütülecektir..
Bu ne demek şimdi???
Eğer yukarıdakileri sen yazdıysan ne yaptığının farkında değilsin… Ya da o sen değilsin…
Sen bilirsin kızım.
Bu yazışmalardan sonra kendisini gündüz olasılıkla öğle teneffüsü saatlerinde aradım ama telefonu açmadı ya da açılmadı. Sonuçta bağlantı kesildi.

21 Mayıs 2024 günlü Vasiyetim
Önceki birlikteliğimden olan kızımın annesi kendisine yaptığım iyiliklere karşın bana büyük kötülükler yapmış bir kişidir. Kızım Birgen de son olarak amcasını kendisinin aramadığını söyleyerek babasına yalan söylemiştir. Bu kendisinin annesine ne kadar benzediği kanaatine varmamı sağlamıştır. Eğer ölürsem bütün mal varlığımı oğlum Yaşar’a bırakıyorum.
Tolun Çerkeş